menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeniden başlamak gerek…

7 2
previous day

“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.

Stalin’in Rus Devriminin strateji ve taktiği üzerine yazdığı Strateji ve Taktik adlı küçük broşürü okuyarak tartışmaya başlamayı tercih ediyorum.

Stalin bu küçük broşürde, proletarya hareketinin birincisi “son tahlilde tüm toplumun gelişmesini belir[leyen]” süreçleri ifade eden “nesnel yön” ile ikincisi “proletaryanın bağrında, nesnel süreçlerin onun bilincinde yansıması olarak gelişen ve nesnel süreçleri hızlandıran ya da yavaşlatan, ancak onları hiçbir zaman belirlemeyen süreçlerden” oluşan öznel yönü olduğunu belirtir ve strateji ve taktiğin etkinlik alanının hareketin öznel yönü olduğunu vurgular. (s.10)

Nesnel süreçler, Marksist teorinin ilgi alanındadır. “Marksizmin teorisi, her şeyden önce nesnel süreçlerin gelişme ve yok olmalarını inceler, gelişmenin yönünü, iktidara gelmesi kaçınılmaz olan, ya da kaçınılmaz olarak devrilecek, devrilmek zorunda olan sınıf ya da sınıfları saptar.” Dünya pazarı üzerindeki emperyalist kapitalist rekabetin güncel seyri, üretici güçlerdeki yeni gelişmeler (yapay zeka, “toplumsal proletarya”, vb.) ve buna bağlı olarak üretim ilişkilerinin üretici güçleri özneleştirme (yani üretici güçleri boyun eğdirme) teknikleri, bunların siyasal ifadesi olan NATO 2030 Savaş Konsepti yerel savaşlar biçiminde ilerletilmesi, Türk kapitalizminin gelişmişlik düzeyi ve bu küresel koşullar içinde kendine gelişme alanları yaratma arayışları gibi “nesnel gelişmeler”in analizi bu kapsamda ele alınır.

Bu teoriden çıkan sonuçlara dayanarak proletaryanın amaçlarını ifade eden asgari (demokratik devrim) ve/ya azami programı (sosyalizm) yapılır. Programda, proletaryanın genel olarak nasıl bir toplumsal ve siyasal düzen öngördüğünü açıklar ve dönüşüm/devrim için, birçok eşitsizlik, adaletsizlik ile cebelleşen toplumun birçok kesimi ile ittifak kurma iradesini beyan eder (hegemonya sorunu).

Programdan sonra strateji ve taktik aşamasına geliyoruz. “Programın direktifleri tarafından yönlendirilen ve iç (ulusal) ve uluslararası planda mücadele eden güçlerin değerlendirilmesine dayanan strateji, doğan ve gelişen güçler ilişkisinde en iyi sonuçların elde edilebilmesi için proletaryanın devrimci hareketinin yöneltilmesi gereken genel yolu, genel yönü saptar. Buna uygun olarak, proletaryanın ve müttefiklerinin güçlerinin toplumsal cephedeki mevzilenme planını ortaya koyar (genel mevzilenme).”

Stalin’in bu sözlerini, genel olarak askeri savaş stratejileri konusunda görüşlerine başvurulan Carl Von Clausewitz’in 1832’de yayımlanan Savaş Üzerine kitabındaki şu sözleri ile tamamlayabiliriz:

“Strateji muharebenin savaşın amacı doğrultusunda kullanılmasıdır. Buna göre, savaş eyleminin tümüne, savaşın amacına, uyan bir hedef göstermesi gerekir. Diğer bir söyleyişle strateji savaş planını yapar ve öngörülen hedefe göre ona ulaşılmasını sağlayacak bir dizi eylem saptar; ayrı ayrı seferlerin planlarını hazırlar ve her birinde verilecek muharebeleri örgütler. Bütün bu kararları, her zaman gerçekleşmeleri mümkün olmayan birtakım varsayımlara dayanarak almaktan başka çare olmadığına ve daha ayrıntılı birtakım tedbirleri önceden almaya imkan bulunmadığına göre, strateji orduya muharebe meydanında eşlik ederek ayrıntılara ilişkin gerekli tedbirleri yerinde almak, ve genel planda durmadan değişiklikler yapmak gerekeceğinden bunlara da yerinde karar vermek zorundadır. Yani strateji bir an için bile işin yakasını bırakamaz.” (Savaş Üzerine, May Yayınları, Nisan 1975, Çeviren: Şiar Yalçın, s.203-4)

Stalin, stratejinin ancak köklü tarihsel dönüşümlerle birlikte değiştiğini belirtir. Böyle bir değişiklik ne olabilir? Ekim Devrimi (1904-1905, 1917 Şubat ve Mart dönemi, 1917 Ekim dönemi) örneğinden hareketle, halk ayaklanması sonucunda demokratik bir devrimin gerçekleş(me)mesi ya da Türkiye’nin emperyalizmin İran’ı işgal operasyonuna fiilen katılması (savaş durumu) gibi durumlar olabilir.

Programın ortaya koyduğu amaçların gerçekleşmesinin genel yolunu belirleyen ve “proletaryanın ve müttefiklerinin güçlerinin toplumsal cephedeki mevzilenme planını ortaya koyan stratejiye bağlı olarak geniş kitleleri devrimci proletaryanın safına kazanmak ve onları toplumsal cephede mücadele mevzilerine çekecek taktiklerin belirlenmesine geliyoruz. Parti taktiklerin belirlenmesinde, dünya devrimci hareketinin deneyimlerinden beslenerek, “hem proletaryanın ve müttefiklerinin güçlerinin durumunu (yüksek ya da düşük kültür düzeyi, yüksek ya da düşük örgütlenme ve bilinç derecesi, çeşitli geleneklerin varlığı, hareketin, örgütlenmenin çeşitli biçimlerinin varlığı, temel ve yardımcı biçimler) hem de düşman kampındaki güçler durumunu her an göz önünde bulundurur ve düşman kampındaki her uyumsuzluktan ve her karışıklıktan yararlanır.” (s.11)

Stalin, sade bir şekilde ortaya koyduğu proletaryanın hareketinin öznel yönüne yani strateji ve taktiğe ilişkin bu tanımlamalardan sonra sürdürülen “Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” tartışmalarını ele almak daha doğru olur. Çünkü ilerletici bir tartışma için en başta kavramların doğru kullanımı gerekmektedir.

“Sosyalist strateji” tartışmasını esinleyen ve “direniş fraksiyonu” kavramını ortaya atan Demirhan da (sözlerini, onun da anlayışla karşılayacağını düşündüğüm küçük bir redaksiyona tabi tutarak) bir program, strateji ve “mücadele çizgisi” (buna taktik[ler] diyebiliriz) oluşturulması gerektiğini savunuyor. Fakat tartışma serinin ikinci kavramı strateji üzerine odaklanmaktadır. Tartışmaya sunulan yazıların açık ve örtük kabulü ise, kitlelerin mevcut hal ve gidişattan memnuniyetsizliklerine (Lenin’in “devrimci durum” tanımının ikinci şartı) karşın öncü/önder bir parti ve/ya örgütün olmadığı tespitidir. Bununla birlikte yazıların hepsinin temel eksikliği de hem “kitle”nin hem “öncü”nün bilinç, örgütlülük vb. kapasitelerinin araştırmasına girişilmemesidir.

Strateji sorununun bu şekilde ele alınışı sorunludur. Zira Türkiye’deki birçok grubun Marksist teoriden ve programdan yoksun olduklarını hatırlamak gerekir. Hatta son yıllarda sosyalist hareketlerin genel olarak teorik olarak ilerlemek yerine oldukça gerilediklerini, birçok partinin teorik bir yayın çıkaramaması, bazı grupların aylık vb. gibi periyodlarla çıkardıkları gazete ve dergilerin genel ajitasyon ile sınırlı olması, bu gerilemenin belirtisi olarak kabul etmek gerekir. Çıkan “teorik” yayınların da bilimsel (tarihsel materyalizm bir bilimdir) değerinin oldukça geri olduğunu da. Bu gerilemenin kültür sanat alanında daha da ağır olduğunu da.

Program(sızlık) eşittir Marksist teoriden yoksunluk sorununu, Marx’ın “Gerçek bir hareketin her adımı, bir düzine programdan daha önemlidir” diyerek geçiştirenler var. Bu konuda da Lenin’in şu sözlerini aynen aktarmak istiyorum:

“Hareketimizin gerçek durumuyla az çok tanışıklığı olan biri, Marksizmin geniş çaplı yayılmasının, teorik düzeydeki kimi düşüşlerle birlikte gerçekleştiğini görmezden gelemez. Hareketimize, onun pratik önemi ve pratik başarılarından etkilenerek, teorik donanıma çok az sahip olan ya da hiç olmayan çok sayıda insan katıldı. Raboçyeye........

© sendika.org