Haydar Demir’in “Kokulu Rüzgar” eseri üzerine birkaç söz
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği bilinçli oluşudur. Bilinç, insanın tarihsel süreç içerisinde edindiği geleneksel, kültürel, siyasal, sosyal ve ahlaki birikimin an’ı ve geleceği oluşturma bilgisidir. İnsan, sosyal bir varlık olarak bu bilince hikayelerle ulaşır. Hikayeler insan ve toplumu sosyal, tinsel ve bilişsel anlamda birbirine bağlayan bir anlatı biçimidir. Geçmiş an’da bilince kavuşturulup geleceğe ışık olma aracıdır.
Haydar Demir’in Favori Yayınlarından çıkan “Kokulu Rüzgâr” adlı eseri, 26 küçük hikayeden oluşmaktadır. Eser, kitaba ismini veren “Kokulu Rüzgâr” adlı hikayeyle başlayıp “Son Mektup” adlı hikayeyle son bulur.
Clarissa P. Estes, “Kurtlarla Koşan Kadınlar” adlı eserinde “Hemen söyleyeyim. Vahşi benliğin dünyasına açılan kapılar az ama değerlidir. Derin bir yara izniniz varsa, o bir kapıdır; eski, çok eski bir öykünüz varsa, o da bir kapıdır. Gökyüzünü ve suyu tahammül edemeyecek kadar seviyorsanız, o bir kapıdır. Daha derin bir hayatı, eksiksiz bir hayatı, makus bir hayatı özlüyorsanız o da bir kapıdır” der.[1]
Haydar Demir, 25 yıllık zindan hayatında heybesini direngenliğiyle doldurup vahşi benliğine doğru yol almak için kapılar açmıştır. Haydar Demir’in yaşamına ve hikayelerine baktığımızda derin yara izlerin olduğunu, eski öykülerin bilgisine sahip olup gökyüzünü ve suyu bir tutsak olarak tahammül edemeyecek kadar sevdiğini, derin ve eksiksiz bir hayatı özleyerek hem bulunduğu zindandan kendini dışarı atmak hem de okuyucuyu zamanın eskittiği yaşamlara götürmek için kendisini ve bizlere yazdığı hikayeleriyle birden çok kapı açmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Haydar Demir’in hikayeleri toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Günümüzün postmodern hikaye temalarından, postmodern dilinden, postmodern anlatım biçiminden kendini sıyırabilmeyi; toplumun gerçekçi sorunlarını halkın içinden seçtiği karakterleriyle en yalın ve en çarpıcı üsluplarıyla hikayelerine taşımayı başarmıştır. Bu yüzden Haydar Demir’in hikayeleri halkın içinden hikayelerdir.
Bedrettin Cömert, “Gerçek toplumcu sanat, insanı, birey-toplum bütünlüğü içinde görüp yansıtabilen sanattır. Toplumculuk bir konu, içerik sorunu değil, yöntem sorundur, bakış açısıdır, dünya görüşü biçimidir” der.[2]
Bilindiği üzere toplumcu gerçekçi edebiyat, kapitalist sistem ve onun kurucu gücü olan devlet ve iktidarın toplumu değiştirip dönüştüren, kendi özünden kopartıp biçimlendiren, kendine yabancılaştıran ideolojiye muhalif bir şekilde ortaya çıkar ve bu akım aynı şekilde Marksist dünya görüşü ile edebiyat aracılığıyla toplumu örgütleyip, toplumun ezilen kesimlerini, köylü işçileri ve yoksulları bilinçlendirmeyi görev edinir. Bu açıdan Türkiye’de toplumcu gerçekçi edebiyat, toplumu sınıf, güç ilişkileri, ezen ve ezilen üzerinden kurgulayıp, olay örgüleri ve karakterleri değiştirip dönüştürmeyi temel hedefi haline getirir.
Haydar Demir’in hikayeleri toplumcu gerçekçiliğin bu değiştirici ve dönüştürücü yanından ayrılır. Haydar Demir hikayelerini toplumcu gerçekçi yanlarıyla, mekan ve karakterleriyle en çarpıcı şekilde okuyucuya sunarken, toplumu değiştirme, bilinçlendirme ya da dönüştürme gibi bir amaç gütmez. Toplumun gerçekliği, yani hikayeleri aktaran bu gerçeklik bu görevi üstlenir. Yazar ayrı bir çaba ve uğraş içerisine girmez. Haydar Demir hikayelerini kendi siyasal düşüncesinin ötesine taşır. Kurguladığı hikaye ve oluşturduğu karakterleri siyasi düşüncelerinin doğrulanmasının propagandif araçları haline getirmez. Yazar, deist bir inancın tanrısı gibi kurgulanan her şeyin kendi düzleminde akmasını izler. Hikayelerdeki doğal akışa müdahale etmez, karakterleri yönlendirmez. Onun hikayelerinde kötülük cezalandırılmaz, iyilik ödüllendirilmez. Her şey okuyucu olduğu gibi sunulur. Haydar Demir didaktizmden uzak durur, bir şeylerin altını çizmez. Onun yerine karakterlerin davranışlarını, karakterlerin özelliklerini bir ressam titizliğiyle çizer, yorumlamasını okuyucuya bırakır. Slogan atmayı, bağırmayı, çağırmayı sevmez. Okuyucuya geniş bir özgür yorumlama ve analiz etme alanı sunar.
Haydar Demir’in hikayelerindeki karakterler idealize edilmiş, “kahraman” karakterler değildir. İyi veya kötü olarak ayrıştırılmamış, bu keskin ayrımdan yazar kaçınarak, karakterleri en çıplak, gerçekçi ve doğal yanlarıyla okuyucuya sunmuştur. Haydar Demir’in hikayelerinde olağanüstülük yoktur. Her şey kendi düzensizliği içinde yol alır, kendi düzensizliği içinde yaşar ve kendi düzensizliğinde ölür. Bu yüzden hikayelerde olaylardan çok kişilikler ve onları evirip oluşturan süreçler daha belirgindir. Yazar, toplumsal olguların dinginliğiyle karakterlerinin zaman içinde sosyo-psikolojik evrilişlerinin anlatısını yapar. Hikayeler kısa olsa dahi her karakterin geçmiş yaşantısını etkileyen önemli dönemeçler okuyucuya doğal bir açıklıkla aktarıldığından okuyucunun iyi veya kötü her karakterle özdeşlik kurmasını sağlar.
Yuval Noah Harari, “Etkili hikayeleri anlatmak kolay değildir. Zorluk, hikayeyi anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır” der.[3] Haydar Demir, hikayelerin okuyucuyu inandırmakta başarılıdır. Onun hikayeleri halkın gündelik gerçek sorunlarıdır. Haydar Demir’in hikayelerinde temalara kısaca bir göz atacak olursak;
“Kokulu Rüzgar” adlı hikayesinde işçi emeklisi bir........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d