menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cinayetin anatomisi: Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli

8 1
06.10.2025

Göğsümde 15 yara var!
Deldiler göğsümü 15 yerinden,
sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!
Kalbim yine çarpıyor,
kalbim yine çarpacak!!!

Yandı 15 yaramdam 15 alev,
kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..
Kalbim
kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,
ÇAR-PA-CAK!!

Nazım Hikmet

Bir faili meçhul cinayet soruşturmasında, cinayet mağduruna/mağdurlarına ait özel bir obje, başka birinin üzerinde çıkıyorsa, hiç şüphesiz ki bu kişi cinayetin bir nolu şüphelisidir. Bahsettiğimiz kişiler 1921’in 28-29 Ocak’ında Trabzon’da katledilen TKP’nin kurucu başkanı Mustafa Suphi ile 14 yoldaşıdır.

Fail ise Erzurum mebusu Mustafa Durak’tır. Durak Meclis’teki konuşmasının bir bölümünde “Bolşeviklik ve komünistlik için Türkiye adına çalışan sefil kişiler, Rusya’da Mustafa Suphi ve arkadaşlarıdır. Onların gizli komitelerinden çıkan notları sunacağım, okuyacaksınız” der ve devamında..

Efendiler,

Bakü’deki gizli komitenin seçim belgelerini okuyorum: Bu oturum sadece kongre üyeleri arasındadır. Kendi el yazılarıdır, taslağın aynısıdır. Önce teşkilat tüzüğü, madde madde kabul edilerek merkez yürütme kuruluna yetki verilmiştir.

Burada bazı karalanmış yazılar var. Görevlendirilen yoldaşlar aşağıda belirtilmiştir:

diye devam eder.

Konuşma Meclis’in 11 Nisan 1921 tarihindeki gizli oturumunda, 15’lerin katlinden yaklaşık 70 gün sonraya tekabül etmektedir.

Bu arada Bakü’de bulunan TKP Dış Büronun 15’lerin katlini 3 Mart 1920’de öğrendiğini, aynı gün yaptıkları toplantıdan anlıyoruz.

Mustafa Suphi’nin partiyi Türkiye’ye taşımak amacıyla gelirken, yanında partinin kongre ve diğer toplantı tutanaklarının birer sureti ile geldiği anlaşılmaktadır. Bunların dışında Mustafa Suphi’nin yanında getirdiği para, altın vd. şeyler, tekneye bindirildiği ana kadar yanındadır.

Durak’ın konuşmasından anlıyoruz ki, bu belgeler bu katilin elindedir. Durak Trabzon/Değirmendere’ye kadar tüm yaşananları ve TKP önderlerine yapılan zulmü açıklıkla ve övünerek anlatmaktadır.

Bunun öncesinde bu adamın rolünü anlamak için “Erzurum Valisi Hamit Bey’den Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen 16 Ocak 1921 tarihli telgrafa” bakalım;

M. Suphi’nin yaklaşması ve Ankara’dan Cafer’in hemşerilerine ‘hemen Bolşevik olun, kesiniz, kırınız, herkesi kendi seviyenize indiriniz’ gibi hezeyanlarla dolu mektup Erzurum halkını fevkalade galeyana getirdi. Dün Mebus Durak Bey’in de içinde olduğu eşraf, ulema ve esnaftan meydana gelen bir heyet makama gelerek hükümetin komünizme karşı siyasetini sormuş, komünizme karşı şiddete ve silaha başvuracaklarını belirtmişlerdir.

Önceden sizden gelen telgrafta yazılan çerçevesinde hükümetin Ankara’da kurduğu (komünist) fırkasının maksadını anlatarak kendilerini tatmin ettim. Mustafa Suphi’nin ise hiç kimseden himaye ve yardım görmediğini, buraya gelirse buna karşı hükümetin her türlü tedbiri aldığını belirttim.

Yanılmıyorsam, Mustafa Durak’ın 11 Nisan 1920 tarihinde gizli oturumda yaptığı konuşma bugüne kadar herhangi bir kitapta ya da yayında yer almadığı gibi, bu katilin herhangi bir yerde ismi dahi geçmemektedir.

En azından yazının kaynakça bölümünde yer alan ve çeşitli yazılarda referans olarak kullanılan kitaplarda rastlamadım.

Mustafa Durak (daha sonra soyadı olarak “Sakarya”yı almıştır), Erzurumludur. Durak, ilk ve orta öğrenimini Erzurum’da tamamladıktan sonra İstanbul Polis Okulu’na devam eder. Öğrenciliği sırasında padişah Abdülhamit yönetimine karşı eylemleri gerekçesi ile Sinop Kalesi’ne sürgüne gönderilir. 1908’de, Meşrutiyet’in ilânından sonra Erzurum’a döner.

Önce 7 Ekim 1908’de Erzurum Polis Müdürlüğü’nde 2. komiserliğe tayin edilir.

Sonrasında İstanbul’daki Polis Mektebi’nde öğrenimini tamamlar. 9 Mayıs 1909’da başkomiserliğe yükseltilir. 4 Şubat 1911’de Erzurum Polis Müdürü olur.

6 Ağustos 1913’te Bitlis Polis Müdürlüğü’ne, 1. Dünya Savaşı’nda (9 Kasım 1914’te) Bitlis Milis Tabur Komutanlığı’na atanır. Bu görevdeki başarısı üzerine alay komutanlığına yükseltilir. 28 Kasım 1915’te Ankara Polis Müdürlüğü, 18 Kasım 1917’de Adana Polis Müdürlüğü’ne getirilir. 1920’deki ilk meclise Erzurum milletvekili olarak girer. 1932’de Erzurum’a belediye başkanı olur. Sonrasında ise 1935’te Gümüşhane’den milletvekili seçilir. Öldüğü 1941 yılında milletvekilidir.

Yukarıdaki takvimden Nisan-1915 Ermeni tehciri sırasında Bitlis Milis Tabur Komutanı olarak görev yaptığını anlıyoruz.

Mustafa Durak’ın 11 Nisan 1920 günkü konuşması, onun gizli konspiratif kimliğini ortaya koyan yalanlarla bezeli manipülatif bir konuşmadır.

Komünizm ile ilgili uydurulmuş ne kadar yalan ve provokatif bilgi varsa kusmuş, konuşmanın getirdiği şehvetle, işlediği suçu da bu arada zımni olarak itiraf etmektedir.

Bugüne kadar Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir’in rolü üzerinde çok şey söylendi. TKP/Dış Büro adına yayımlanan bildirilerin çoğunda, doğrudan zikredilmemiş ise de sorumluluğun onların üzerine yıkıldığını görüyoruz.

Yine bir kısım yayınlarda, Enver ve Teşkilat-ı Mahsusa artıklarının bu eylemi gerçekleştirdiğine ilişkin son derece güçlü bir tez vardır. Mustafa Durak üzerinde herhangi bir tartışma dahi gereksiz bir şekilde, eski bir İttihatçıdır. Polis ve özel savaş elamanı olarak tüm kariyeri, İttihat Terakki kimliği ile gelişmiştir.

Mustafa Kemal’e yakın bir kişilik midir?

Bu konuşmadan anlıyoruz ki, Mustafa Kemal’den nefret etmektedir. Ama bunu açıkça itiraftan çekinmekte, nefretini komünizm ve Yahudiler üzerinden kusmaktadır.

İşin trajikomik tarafı komünizmden bu kadar nefret eden adamın, Erzurum’da ortalık tam karışmış bir vaziyette iken “Erzurum’da Mebus Necati Yoldaş’a. Durak’la beraber merkez komitemize, yani komünist partisine üye olarak seçildiniz. Hakkı Behiç” şeklinde bir telgraf almasıdır. Bu telgrafa karşı tepkisini konuşmasında zaten veriyor. Burada asıl tartışılması gereken, neden bu telgrafın gönderildiğidir? İmza “Hakkı Behiç” ise de, bunu gönderenin doğrudan Mustafa Kemal olduğu açıktır.

Bunun tek açıklaması vardır. Erzurum Valisi Hamit Bey’den ve Kazım Karabekir’den durumun vahametini anlayan, antikomünist gösterilerin Meclis’e isyan boyutuna geldiğini gören Mustafa Kemal’in bunu durdurma çabasını işaret ediyor.

Bir de konuşmadan anladığımız şey, bugüne kadarki yazılanların tersine, Erzurum ve Trabzon’da başlayan antikomünist havanın yaratıcısının Mustafa Kemal ya da Kazım Karabekir olmadığıdır.

Mustafa Kemal trajikomik de olsa, antikomünist isyanın şefini komünist partiye kaydederek, isyanı durdurabileceklerini düşünmüştür.

Yine bu konuşmanın devamında Mustafa Durak aynen şunları demekte:

İki ay önce komünizm hareketi aleyhinde gönderdiğim telgrafa güvenilir bir cevap yazıldığı haberini aldığım halde henüz bir yanıt alamadım; şaşkınım.

Bu kez de İçişleri Bakanlığı’nın vilayetlere gönderdiği genelgede, komünist partisinin belgesini taşıyan kişiler hakkında soruşturma ve takip yapılmaması emri verildiğini öğrendim. Bu duruma bakılırsa, söz konusu partinin belgesini taşıyan kişiler her türlü komünist propagandasını yapmakta serbesttir ve anlaşılan bu belgeler bir değer taşımaktadır. Meclis’in yüce amacına ulaşması için gerekli olan fikir birliği, kesinlikle çoğunluğa ulaşmamış ve Meclis’in şimdiye kadar defalarca ilan ettiği hedef ve amaçlarına aykırı bir partiye böyle yarı resmi bir statü verilerek onun faaliyet ve hareketlerine dolaylı olarak destek olunması yolunda, bir resmi makamdan vilayetlere genelgeyle bildirim yapılmasının ne kadar doğru olduğunu değerlendirmek gerekir.

Mustafa Durak’ın bahsettiği bu telgrafında aynı dönemde yani Mustafa Suphilere yönelik linç gösterileri sırasında gönderilmiş olması da, yukarıdaki tespiti doğruladığını düşünüyorum.

Linç sırasında kullanılan ideolojik araçları etkisiz bırakmak için verilen kararlardan biri olduğu anlaşılıyor.

Bunun öncesinde kısacası TKP’nin kuruluş sürecine bakalım.

10 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Komünist Partisi kuruluş kongresi Bakü’de başlar. 16 Eylül 1920’de ise tamamlanır.

Kongreye sunulan raporun ilk cümlesi “Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, bu kongre zor ortam ve koşullarda toplandı .İstanbul işgal edilmiş, Trakya ve Batı Anadolu emperyalist güçlerin elindeydi. Ülkenin Adana, Musul ve Kürdistan’a kadar uzanan kesimi askeri harekat alanıydı” diye memleketin “ahvali” ilk cümlede özetlenir.

TKP Mustafa Suphi’nin konuşmasında belirttiği iki temel hedef koyar. Suphi ‘Türkiye’deki ulusal kurtuluş mücadelesine katılmak ve enternasyonalist proletaryanın bir parçası olarak Türkiye’de üzerimize düşen görevlerimizi yapmak’ diye özetleyecektir.

Altı gün süren kongrede, tüzük ve program kongrenin onayını alırken, TKP işçi ve köylü partisi olarak kendini tanımlar.

Kongrede tam oy hakkına sahip 32 delege ile istişari oy hakkı olan 42 temsilci katılmıştır. Bu heyet Mustafa Suphi, Mehmet Emin, İsmail Hakkı, Hilmi oğlu Hakkı, Ethem Nejat, Nazmi ve Süleyman Nuri’den oluşan 7 kişilik bir Merkez Komite seçer. Merkez komitenin aldığı ilk kararlardan biri partiyi Türkiye’ye taşımaktır.

27 Eylül 1920’de yapılan merkez komite toplantısında Anadolu’dan gelen raporlar alınır. Süleyman Sami Trabzon’da vali tarafından 3-4 gün ağırlandığını, onların arzularının “Bolşeviklikten istifade etmek, ama Bolşevik olmamak” olduğunu söylediğini ifade eder. Süleyman Sami’nin bu seyahatinin en ilginç tarafı memleketi olan Giresun’a giderken valinin meşhur Topal Osman’a verilmek üzere bir evrak verdiğini, bunun üzerine eşkıyalardan oluşan bir kıta askere sahip “diktatör” olarak tanımladığı Topal Osman’la tanıştıklarını ve kendisiyle birkaç kez görüştüğünü, onun Süleyman Sami’ye “Bolşevik’im” dediğini ifade eder.

Bunu da ilginç bir not olarak kaydetmek gerekir.

12 Ekim 1920’deki merkez komite toplantısında Anadolu’daki durum ile ilgili ayrıntılı bir rapor okunur. Bu raporda uzun uzun Erzurum, Trabzon ve diğer kentlerdeki durum anlatılır. Ve Kazım Karabekir ile olan görüşme notları sunulur.

Raporun bu yazının konusu olması açısından en önemli bölümü “Burjuvazyanın İfadatı” başlığı altında yer alır.

Trabzon ve Erzurum bölgesinden yeni gelen Salih Zeki yoldaşın haber verdiğine göre, bölge burjuvaları komünizm aleyhine gözleri dönmüş bir nefret beslemekte ve bu münasebetle Mustafa Suphi Yoldaş ve diğer bazı yoldaşların aleyhine burjuva zihniyetine has bir tarzda propaganda yapmaktadırlar.

Komünizmin kendi çıkarlarını ihlal edeceğini düşünen zenginler, sınıf şuuruyla birtakım gruplar oluşturmuşlar ve halkı kışkırtmak için uydurulmuş haberler çıkarmaya başlamışlardır. Bilhassa Mustafa Suphi yoldaşın memleketi Rusya’ya peşkeş çekip, o surette memlekette hakim bir konum sağlamak ve öteden beri burjuvaziye düşman olduğundan, bu surette öç almak istediğine dair tebligat göndermektedir…

Buradaki ifadeden linç duygusunun dönüş kararının duyulmasından çok önce yaratıldığını gösteriyor.

Salih Zeki’nin bu raporu Ankara hükümetinden bağımsız, bir öfke ve nefret selinin yayılmış olduğunu söylemektedir.

Mustafa Durak’ın konuşması da, bunu doğrulamaktadır.

11 Nisan 1337 (1921)

REİS: Birinci Reis Vekili Hasan Fehmi Beyefendi

REİS — Şark’tan avdet etmiş bulunan Erzurum Mebusu Durak Bey izahatta bulunacaktır. Buyurun efendim.

Mustafa Durak Bey (Erzurum): Efendiler, ekim başlarıydı. Buradan yeni ayrılmış, seçim bölgemize gidiyorduk. O dönemde doğuda önemli olaylar yaşanıyordu.

Bilindiği üzere, o sırada doğuda ordumuz harekete geçmiş ve Ermenistan üzerine taarruza başlamak üzereydi. Çorum’a vardığımızda, doğudaki ordumuzun Sarıkamış’ı ele geçirdiği haberi gelmişti. Ancak aynı zamanda doğuda, özellikle Rusya’da, Türkiye ile ilgili bazı meseleler ortaya çıkıyordu. Bunları kısaca anlatacağım, çünkü değerli vaktinizi boşa harcamak istemiyorum. Hamdolsun, Ermenistan üzerine yapılan taarruz ve hareket başarıyla sonuçlandı. Tabii ki, yüce meclisimiz de bu durumdan haberdardır. Bu yüzden uzun uzadıya açıklama yapmak istemiyorum. Aynı dönemde Rusya’da, Türkiye adına çalıştığını iddia eden bazı kişiler, Osmanlı memleketlerini ve İslam dünyasını altüst ediyor, yakıp yıkıyordu.

Bazı eleştirilerde bulunacağım, ancak rica ederim, şahıslar benim için kutsaldır. Yalnızca ruhsal ve toplumsal durumlarımız hakkında konuşacağım. O dönemde memlekette bir Bolşeviklik meselesi gündemdeydi. Ancak Bolşevikliğin ne olduğunu bilenlerimiz oldukça sınırlıydı, desem doğrudur. Halk, Bolşevikliği kurtarıcı olarak görüyor ve gerçeği muhtemelen kimse bilmiyordu. İtiraf edeyim, geçen yıl bu zamanlarda burada bulunduğumuzda, filanca yerden gelen kırmızı ordu dediklerinde, Rusya’dan bize yardım gönderiyorlar sanıyordum. Bilmiyorduk ki memleketimizin içine fitne sokuyorlar; bundan haberim yoktu.

Erzurum’a vardığımda, izin verirseniz daha öncesini anlatayım, burada da bazı partiler kurulmaya başlamıştı: Komünist Partisi, Halk Zümreleri vesaire… Bunların hepsinin altında Bolşeviklik vardı. Benim hissiyatım buydu, belki yanılıyorum, ama sonuçta bu mesele ortaya çıktı.

Bana da teklif etmişlerdi, ancak katılmadım. Ben milletin kaderini omuzlarıma almışım.........

© sendika.org