Kadın, sen nerdesin?
Kadın…
Bir kelime, ama içinde bin kimlik, bin rol, bin mücadele saklı. Anne, eş, evlat, çalışan, ev hanımı, sırdaş, dost, omuz, destek, umut… Kadın; bir toplumun kalbi, bir ailenin direği, bir çocuğun dünyası. Ama tüm bu rollerin, görevlerin, sorumlulukların arasında durup bir soralım: Kadın, sen neredesin?
Sabah gün doğmadan uyanan, çocukları hazırlayan, işe yetişmeye çalışan, ev işlerini planlayan, market listesini kafasında tutan, akşam ne pişireceğini düşünen bir kadın… Günün sonunda belki ayakları ağrıyor, zihni yorgun, ruhu suskun. Ama yine de gülümseyerek çocuklarının saçlarını okşuyor. Eşine gününün nasıl geçtiğini soruyor. Annesine uğrayamadığı için kendini suçluyor. İş yerinde eksiksiz olmak için çabalarken evinde kusursuz olmak istiyor. Her yerde “yetişmesi” gereken biri. Ama kendi içinde sürekli bir eksiklik hissiyle baş başa. Çünkü ona sürekli yetmediği öğretilmiş: Daha iyi bir eş olmalı, daha sabırlı bir anne olmalı, daha üretken bir çalışan olmalı, daha bakımlı, daha anlayışlı, daha “mükemmel” biri olmalı…
Ama kadın, sen neredesin?
Senin sesin nerede duyuluyor? Senin gözyaşların kimsenin dikkatini çekiyor mu? Sen ne zaman sadece kendin için bir şey yapabiliyorsun? Aynaya bakıp, “Bugün ben ne istiyorum?” diye sorduğun oluyor mu? Yoksa her zaman başkalarının istekleri, ihtiyaçları ve beklentileriyle mi şekilleniyor günlerin?
Kadın olmak; duygusal dayanıklılık, sabır, sevgi ve güç gerektirir derler. Evet, doğrudur. Ama sürekli güçlü olmak zorunda mı kadın? Ağladığında zayıf,........
© Samsun Gazetesi
