İki kere aşk
“Birini gerçekten seviyorsan aslında onu iki kez seversin, ilki çabuktur. O, kelebeklerin hissettirdiği andır. Gülüşüne, kahkahasına; konuşurken ellerini kullanışına ya da ismini özel bir anlam taşırmış gibi söyleyişine âşık olursun. Bu, sevmesi kolay olan halidir onun. Dünyaya gösterdiği yüzüdür. Zaman geçer, maskeler düşer. Sakladığı tarafları görürsün. Kaygılarını, güven sorunlarını; fazla uzun süren sessizliklerini, büyük yaralardan gelen o küçük alışkanlıklarını…
İşte, çoğu insan tam da burada vazgeçer. Ama eğer kalırsan o dağınıklığı gördükten sonra bile, romantik ya da kolay olmadığında bile onu seçersen… İşte o zaman ikinci aşk başlar. Gerçek ve sağlam olan aşk… Seni görüyorum ve hiçbir yere gitmiyorum, aşkı. Çünkü zor tarafları ortaya çıktıktan sonra seni seviyorum, demek artık bir his değil, bir sözdür.”
Hep böyle oluyor. On beş gün boyunca bu köşeye yazacağım yazıyı zihnimde yaratıp büyütüp bitiriyorum, sonra bir şey oluyor; biri bir şey söylüyor, bir şarkı dinliyorum, eski bir dosta rastlıyorum ya da bu gece olduğu gibi birkaç satır okuyorum, bambaşka sularda yüzerken buluyorum kendimi…
Yukardaki yazıyı okudum ve annemle babamı düşündüm.
Biri on sekiz, diğeri otuz yaşındayken görmüşler birbirlerini… Yıl 1951. Babam çok yakışıklı bir adamdı, ki ben en genç hali olarak elli yaşını hatırlarım, annem de dünyalar güzeli bir kadın… Birbirlerini beğenmişler ve büyüklerin aracı olmasıyla 1952’nin kasımında........
© Şalom
