Tevekkül
Tevekkül kelimesi lügatte “acz içinde kalıp rızkı hususunda başkasına itimat etmek” anlamındadır. [bkz. Lisanu’l-Arab, (وكل) meddesi] Allah’a tevekkül eden de, Allah’a karşı acizliğini hissedip ona itimat eden kimsedir. Allah’a tevekkül eden, başta rızkı olmak üzere her şeyinin Allah’ın hazinesinden geldiğine inanır. Bediüzzaman tevekkülü imanla irtibatlandırıyor ve gerçek tevekkülün imandan kaynaklandığını ifade ederek özetle şöyle diyor:
“İman, hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre olayların baskısından kurtulabilir. (تَوَكَّلْتُ عَلَى اللهِ) der, hayat gemisinde, güvenle, dağ gibi olayların dalgaları içinde hayatına devam eder. Bütün ağırlıklarını her şeye kadir olan Allah’a emanet eder, rahatla dünyadan göçer, berzahta istirahat eder.” [23. Söz, 3. Nokta]
Ne var ki, “tevekkül” kelimesinin lügat tanımında yer alan “rızkı hususunda başkasına itimat etmek” manası yanlış anlaşılmalara yol açabiliyor. Yani insanlar hiç çalışmadan, sebeplere teşebbüs etmeden, “Madem rızkı veren Allah’tır, ben ne diye çalışayım. Ona tevekkül etmem yeterlidir” diyerek tevekkülü su-i istimal edebiliyorlar. Bazıları da maddi sebeplere itimat ederek, arzu ettikleri sonucun mutlaka gerçekleşeceğine inanıyorlar. Bu tehlikeyi gören Bediüzzaman tevekkülün yanlış anlaşılmaması için ciddi bir uyarıda bulunmuştur. Özetle şöyle der:
“Fakat yanlış anlama! Tevekkül, sebepleri tümüyle reddetmek değildir. Aksine tevekkül eden kişi sebepleri, kudret-i ilahiyenin bir perdesi olarak görmelidir. Sebeplere teşebbüs etmeyi de, bir nevi dua-yi fiilî telakki ederek sebeplerin sonucunu yalnız Cenab-ı Hak’tan istemeli, neticeleri ondan bilmeli ve ona minnettar olmalıdır.”[23. Söz. a.y.]
Bediüzzaman bu ifadeleriyle, tevekkül konusunda olabilecek iki temel yanlışa işaret ediyor. Yaşamak için sebepleri tamamen reddetmek yanlış olduğu gibi, maddi sebeplere teşebbüs edip arzu ettiği sonucu sebeplerden beklemenin da yanlış olduğunu ve sebeplere teşebbüs etmenin bir filî dua olduğunu vurguluyor. Nitekim Allah Teâlâ, kavimleri tarafından eziyet gören Peygamberlerin dilinden şöyle buyuruyor:
(وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاؕ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاؕ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُون) “Allah bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz Allah’a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette göğüs gereceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” [İbrahim, 14/12]
Ayette yer alan, “Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler” cümlesi, “Allah’a tevekkül ediyorum” deyip tevekkülü yanlış anlayanlara bir uyarıdır. Çünkü az önce ifade edildiği gibi, bazı insanlar “Tevekkül ediyorum” diye sebeplere teşebbüs etmeyi tamamen terk edebiliyorlar; bazıları da, sebeplere yapıştıktan sonra kesin sonucu yine sebeplerden bekliyorlar. Bu iki yanlışa düşülmesin diye ayetin sonunda, “Tevekkül edenler yalnız Allah’a tevekkül etsinler” buyrulmuş ve hakiki tevekküle dikkat çekilmiştir.
Tevekkülün rızıkla yakın ilişkisinden dolayıdır ki Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: (لَوْ أَنَّكُمْ تَوَكَّلْتُمْ عَلَى اللَّهِ حَقَّ تَوَكُّلِهِ لَرُزِقْتُمْ كَمَا تُرْزَقُ الطَّيْرُ تَغْدُو خِمَاصًا وَتَرُوحُ........
© Risale Haber
