İsrafın İktisadî Hayata Verdiği Zarar
Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, iktisat, “orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak” anlamlarına gelmektedir. İktisadın karşıtı israftır. İsraf “aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamaktır.” İktisatlı ve tutumlu olmak dinimiz tarafından önemle tavsiye edilirken israf yasaklanmış, müsriflerin de Allah’ın sevgisinden mahrum oldukları vurgulanmıştır.[1]
Eski zamanlardan beri, toplumsal hayatın gerekliliğinden bahsedilirken inanın “medeni-i bi’t-tab” (tabiatı itibariyle medeni) olduğu ifade edilmiştir. Bu yüzden insanlar tek tek bireysel hayatlarını devam ettirebilmek için bir topluma, yani toplumsal organizasyona katılmak mecburiyetindedirler. Kuşkusuz bu katılım, fertleri topluma karşı sorumlu hale getirir. Başka bir deyimle, toplumun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için fertlerin, topluma karşı sorumlulukları vardır. Toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için de, toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve fertler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır.
İnsanın “medeni-i bi’t-tab” oluşu, yani yaratılışı itibariyle toplumsal hayat içinde yaşamaya muhtaç olması, ekonomik ilişkiler bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bediüzzaman insanın toplumsal hayattaki rolüne ve sorumluluğuna işaret ederek özetle şöyle der:
“İnsanın fıtratı medenîdir. Kendi cinsinden olan insanları düşünmek zorundadır. İnsanın şahsî hayatı, ancak toplum hayatıyla devam edebilir. Yediği bir lokma ekmeğin kaç elden çıktığını, giydiği bir elbisenin kaç kişinin emeğiyle meydana geldiğini düşünmek mecburiyetindedir. İnsanın, hayvan gibi bir posta kanaat edememesi ve diğer insanlarla alakadar olması sebebiyle, onlara bir fiyat vermeye mecbur olduğundan, insan yaratılışı itibariyle sosyal bir varlıktır.”[2]
Bu ifadeler, insanın toplum içinde ekonomik bakımdan bazı temel kurallara tabi olması gerektiğini göstermektedir. İnsan böyle bir sorumluluktan kaçtığı takdirde hem şahsî hayatını hem toplumsal hayatı zehirler.
Denilebilir ki, toplumlarda ekonomik hayatın düzenini bozan iki önemli unsur vardır. Bunlardan birincisi, maddi imkânların ihtiyaçlara göre doğru kullanılmamasından doğan israfın bir türlü önlenememesidir. İkincisi de, her zaman beraberinde potansiyel bir gerilim taşıyan sınıflar arasındaki ekonomik dengenin muhafaza edilememesidir. Bediüzzaman, iktisadî hayatı altüst eden bu temel unsurlara referans olarak Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu üç esastan söz etmektedir. Bunlar israfın önlenmesi, zekâtın toplumda yaygın hale getirilmesi ve Faizin yasaklanmasıdır. Biz bu yazımızda israf üzerinde duracağız.
Kuşkusuz israf, iktisat ilminin ıslah ve tedavi etmek istediği toplumsal hastalıkların başında gelir. Fertlerin, maddi imkânlarını ihtiyaçlarına uygun bir şekilde kullanmamaları israfın en belirgin özelliğini ortaya koymaktadır.[3] Kur’an “Müsrifîn” diye nitelendirdiği israfçıların, bu işi severek yaptıklarını ifade eder ve onları şiddetle kınar.[4] Çünkü müsrifler, toplumun önemli bir kesimini maddî sıkıntılardan kurtaracak kadar büyük imkânları boş yere harcayan ve tüketen kişilerdir. Üstelik israfçılık mesleği, büyük bir değere dönüşebilecek bu kadar kıymetli varlıkları heba eden müsriflere çok cazip geliyor. Bu yüzden müsrifler israftan zevk alıyor ve vazgeçmek istemiyorlar.
İslâmiyet yeme, içme, giyim, kuşam ve eşya kullanımı gibi hususlarda israftan [aşırılıktan] kaçınmayı, iktisatla yaşamayı ve orta yolu tutmayı emretmiştir. Savurganlığı da, savurganlığın zıddı olan cimriliği de yasaklamıştır. Bir ayet-i Kerimede: (وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ) “Hayat yürüyüşünde ölçülü ol ve sesini yükseltme (bağıra bağıra konuşma)"[5] buyrulmuştur. Bir diğer ayette, (وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ) “Sen ne ellerini boynuna bağlayıp cimrilik yap, ne de onları büsbütün açıp saçarak tutumsuz ol”[6] denilmiştir. Her........
© Risale Haber
