Risale-i Nur'da, İmandaki Hassasiyetler: Onuncu Nota-1
Bediüzzaman Hazretleri, 10. Nota’da, İman Hakikatleriyle muhatap olma konusunda önemli bir manayı, ehemmiyetli incelikleriyle açıyor. Marifetullahın şahitlerine ısrarlı bir şekilde, tenkitsiz, tereddütsüz müteveccih olunmasını istiyor. Çünkü onlara karşı en küçük tereddüt, en ufak bir tenkit onların kaybolmasına, adeta kaçmasına sebep olan çok tehlikeli bir davranış oluyor.
Bu konuyla ilgili yazılanlar, Marifetullah Şahitlerine, iman hakaikine ulaşmamız için yapmamız gerekenlerle ilgili olduğundan, bizler için çok ehemmiyetlidir. Çünkü bu dünyadaki yaşayışımız, bahsedilen hakikatlere ulaşmamız oranında değişecek; ahiretimiz de dolayısıyla şu dünyadaki bu serüvenimize göre şekillenecektir.
Ayrıca idrak edemediğimiz pek çok İmâni ve İslamî hakikate de bu ölçülerle bakmak çok faydalı olacaktır. Bu Notayı ve onu tamamlayan, açan konuları iyi kavramamız bu açıdan gerçekten çok değerlidir.
Önemli bir hatırlatma daha yapmaya daha işin başında ihtiyaç hissediyorum. Bu yazının tamamında anlatılanlar, birbirinin mütemmimi olarak, bir reçetede yazılanların birlikteliği manasında, birbirini tamamlar niteliktedirler.
Amerika’da tahsilini tamamlamış, hala yurtdışında yaşayan bir kardeşimin geçen ayki son ziyaretinde, sabahlara kadar anlattığı bütün meseleleri aldığım notlardan günlerce değerlendirip, onu anlamaya çalıştım.
Birçok yönden onun birikimleri karşısında önce kendimi çok cahil hissettim. Ancak daha sonra, sanki o arkadaşımın, yurtdışı eğitimi, İslami hayattan çok uzak yaşayışı, tahsili gereği veya başka sebeplerle okuduğu onlarca eser sebebiyle onda oluşan materyalist felsefeyle alude birikimlerin onu farklı bir yere getirdiğini anladım. Belki mutlak bilgiye ulaşmış vehmine sahip ilmi enaniyetinin de tesiriyle onun, “Isparta kahramanlarına arkadaş” olmaktan uzaklaştığını, Risale-i Nurun ruhuyla arasında pek çok berzah oluşturduğunu görür gibi oldum.
Bir taraftan yüksek zeka seviyelerinden bahsederken, kulluğun ilk basamaklarına bile adım atmadığını, atamadığını, iman seviyesinde bir Müslümanlıktan –kendi sözlerine göre- öteye gidemediğini, mükellefiyetlere asla yanaşmadığını anladım. İslamiyetsiz bir müminlikten bile daha tehlikeli bir zemine doğru damla damla kaydığını üzülerek gördüm.
Birkaç gece süren görüşmelerden sonra, otuz-kırk kilometrelik yoldan, her seferinde hep ağlayarak geri geldim. Bu yüksek zekâ seviyesindeki (!) düşünceleriyle hiçbir mükellefiyeti yerine getirmeden kolayca huzur bulmaya (!) çalışan perişan halinden kurtulması; Vahiy-Sünnet rotasına girmesi için birkaç çeşidiyle dua etmeye çalıştım. İnşallah kurtulur.
O kadar süslü cümlelerle yüksek malumatlar aktarıyordu ki önce dikkatle dinleyip anlamak istiyor, notlar almaya çalışıyordum. Fakat daha sonra, üzülerek söylüyorum, Özden gazetesi gibi aklımda bir şeyler kalmadığının farkına vardım. (Lise müdürlüğüm sırasında Çanakkale Valiliğince toplatılan bu yayının belki bir sayfasını okuyor, ancak birkaç cümle söyleyemiyordunuz.)
İdraksizliğim sebebiyle veya muhalefet inadıyla anlayamıyor muyum diye konuyla ilgili daha önce yazdıklarını metin olarak aldım. Satır satır, ayrı manaları yan cümleciklerine kadar bölüp tekrar takrar okuyup, inceledim. Sonuç değişmedi. Keşke uygun bir zeminde, yeterli zaman ayırma imkânına sahip olsak da Risale-i Nur kültürü muvacehesinde yardımlaşabilsek.
Esasen son zamanlarda yazılan bazı yazılar ve eski arkadaşlarımızla yapılan uzun sohbetlerle ilgili meseleler için birkaç sayfalık makaleler derdimize deva olmaya yetmez, yetemez. Ancak, burada, kalp ve aklımızı beraber bulundurarak, sadece R,Nur kültürüyle bazı tespitler yapıp sonucu akıllara havale etmek istiyorum.
S.Taftazânî Hazretlerine göre iman, ”Cüz’i ihtiyarinin sarfından sonra kalbe ilkâ edilen bir nurdur.” (R.Nur Küll.,İ.İcaz,1172)Yani insanın önce inanmak, iman etmek istemesi, ihtiyarını bu şekilde kullanması, teslim olmaya meyletmesi gerekiyor. Cenab-ı Hak da ancak bu teşebbüsten sonra insana imanı nasip ediyor. Bu teslimiyetli teşebbüs, imana sahip olmada, Taftazani Hazretlerine göre zaruri bir şarttır.
Hem asm dışında imana ait bir şeyleri, daha yaşarken gözleriyle müşahede eden başka birisi yoktur. Çünkü iman, hep gayba olur. İmanın, Allah’a, meleklerine, ahirete inanmak gibi her şeyi gaybîdir. Zaten bilmek ile iman etmek esasta farklıdır. Bilmek, görmek, iman olmaz; olsa olsa bilmek ve görmek olur. İman, bir sezgidir, bir kabulleniştir, bir teslimiyettir. Bunlar da kalp ve ruhta gerçekleşir.
Hz. Ebubekir (RA), ASM. İçin, “Arkadaşın miraca çıktığını söylüyor” demelerine cevap olarak “Ben ona ve ondan da ötesine inanıyorum” derken; Hz. Ali (RA), “Perde-i gayp açılsa, yakinim ziyadeleşmeyecek” diye yüksek bir teslimiyet sergilerken bu gaybilik tam anlamıyla devam etmekteydi. (Prof. Dr. Alâeddin Başar Bey, bu imandaki gaybilik konusunu Nurdan Kelimeleri’nde iyice açar, irdeler. Geniş bilgi için oraya bakılması tavsiye edilir.)
Evet, sebepler serisi -adeta- sonsuza kadar gider, gidebilir. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak; evet, ilimler ne kadar ileriye gitse de yine sebeplerle karşılaşacaktır, karşılaşabilir. Çünkü burası mülk âlemine dâhil; daire-i esbabın hikmetle hâkim olduğu bir dünyadır. Mülk âlemi için vaz’edilen kanunlar geçerlidir. Her şey imtihan sırrı gereği zahiren bir sebebe bağlanmıştır. Çünkü hikmet bunu gerektirir. Her zaman gayp hâkim olacaktır. Ancak biz o sebep gibi görülen şeylerin zafiyet ve acziyetini idrak edebilecek çok yüksek cihaz ve kabiliyetlerle donatılmış bir haldeyiz. Bizler Bediüzzaman Said Nursi'nin tabiriyle “Bin altın almış” vaziyetteyiz. (23.Söz–139) Ene gibi müthiş cihazlar külçesine sahip üstün varlıklar olarak, eğer samimi istersek sebeplere rağmen onların arkasında esas hâkim olanı, Müsebbib-ül Esbabı kolayca fark edebilecek, anlayabilecek seviyedeyiz.
“Evet, Cenab-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz etmiş. Ve herşeyi, o nizama müraat etmeye ve o nizamla........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon