menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İlim, Nefs ve Ene-6

12 0
26.06.2025

Sual: Enâniyet ve ene, müşrik ve muvahhid, münâfık ve muhlis herkeste derecesine göre var, görünüyor. Ene’si olmayan bir grup yok mu? Ene’nin ve enaniyetin görüntülerini Kur’an nasıl işliyor? Hadisler bu konuda nasıl rehberlik yapıyor? Din kişiyi hakiki hürriyete nasıl götürüyor?

El-Cevap: Ene ve enaniyet, temelinde insanın akıl gücüne dayanır. Aklın putlaştırılmasından ibarettir. Çözümü de akıl putunun kırılıp Mutlak Yüce Zât’a secde ettirilmesindedir. Mutlak Zât’a secde eden akıl, Onun ışıl ışıl bir aynası olan kelâmına, vahye tabi olacaktır.

Evet, benlik, “Ben, bilirim. Ben bu akılla her şeyi çözebilirim ve çözerim” iddiasıdır ve iddiasındadır. Oysaki başlangıcı olanın bir sonu olduğu gözle görünen bir hakikat... Hayatı, hafızası ve farkındalığı bir başlangıca tabi olan insanın ölüm denilen sonla karşılaşması da bir kanun olarak görünüyor. Daha derinden bakıldığında başı ve sonu olanın, bir sınırı vardır. Sınırı olanın ise, sınırsızlaşması hadd-i zâtında imkânsızdır. Bu imkansızlığın en aşılmaz sebebi, o şeyin kendisinin bir sınırlılıktan meydana geliyor oluşu veya daha da derinde bizzat bir “sınır ve çizgi olması” dır. Kur’an’ın hikmetle ve ilimle beyan ettiği üzere “İlah, her şeyi kuşatıcıdır. O, kuşatılamayan mutlak, sonsuz ve sınırsızdır. O, her şeyi zâtı ve sıfatları ile baş ve son, iç ve dıştan kuşatır, kaplar. Onun ilmi, kuşatıcılığı, kuşatıcılığı ise ilmidir. Bu cihetten hiçbir şey onun ilmi dışına çıkamaz. Her şey onun ilminin ya vucuda gelenler veyahut vucuda gelebilecekler sınıflarından bir sınıfı içindedir. Esmaü’l-Hüsna’danLatif ve Habir isimleri bu iki ciheti bildirir. İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin denilen ilim defterleri, kader ve kudret levhaları da bu iki cihetin sembolü ve işaretidirler.

Çok sayıda ilah olamayacağı, çok sayıda sınırsız ve sonsuz olamayacağı da bu çerçevede değişmez birer hakikattir. Çünkü sonsuzluk ve sınırsızlık bir hakikattir; o hakikatle sıfatlanan Sonsuz, Sınırsız ve Mutlak’ın da tek oluşu akıl açısından apaçıktır. Bu meseleyi izah sadedinde Kur’an hikmetle der ki: " O, Allah'tır. Bir’dir. Mutlak mükemmel olan Samed'dir. O, hiçbir kimseye ve hiç birşeye ihtiyaç duymaz. Fakat herkes ve her şey Ona muhtaçtır.[1]

Soru: Neden İhlas suresinde “Ehad” isminin başında lâm-ı ta’rif (belirlilik takısı) bulunmuyor da Samed isminin başında var ki, “es-Samed” diye okunuluyor?

El-Cevap: Çünkü Ehad, şuur, benlik sahibi olan diri demektir. Türkçesi ile “Biri” manasındadır. Bu özellik izafî bir şuuru, benliği, ilim ve iradesi olan insan, cin, ruhani, melek gibi canlılarda da görülebiliyor. Bu yüzden “Yalnızca O, ehaddır; yalnızca benlik ve şuur sahibi O’dur” manasına gelebilecek şekilde İhlas suresinde “el-Ehad” denilmemiştir. Denilseydi, insan gibi şuur sahiplerinin şuuru, iradesi ve mükellefiyeti inkâr edilmiş olurdu.[2] Fakat Samed, mutlak mükemmel[3], zengin ve müstağni manasında bulunduğu ve bu sıfatları taşıyan yalnızca Allah olduğu için Kur’an’da “Allahü’s-Samed” deniliyor.

O halde denilebilir ki Ulûhiyet ve İlahlığın en net ve çarpıcı vasfı, Samed oluşudur. Samediyet, ihtiyaçsızlık manasıyla Allah'ın, hiçbir şeye bağlı olmadığını, bağımlı olmadığını, hiçbir şeye mecbur olmadığını, Onun hiçbir şeye dayanmadığını, kendi iradesiyle faaliyette bulunduğunu bildiren zâtî bir sıfattır. Diğer bütün her şey ve bütün herkes, Onun var etmesine, var tutmasına, hayat vermesine, yaşatmasına vs. kısaca O Samed’e muhtaçtırlar. Bu sırra binaen İhlas sûresi şöyle devam eder “Varlığı ve diriliği için doğmaya ve doğurulmaya, ölümsüzlüğü için ölmeye ve doğurmaya muhtaç olanlar Allah olamazlar. Hiçbir benlik sahibi ehad, O Samed olan Hakiki Ehad’a küfüv ve denk olamaz. Çünkü bütün benlik sahipleri O Samed’e muhtaçtırlar. Fakat O, onlara muhtaç değildir.

Kur’an’ın başka âyetleri bu sırlara işaret sadedinde şöyle der: “Ve enne’l-mesâcide lillâhi velâ ted’u meallâhi ehade[4] (Mescidler Allah'a aittir. Orada Allah ile beraber başka bir benlik sahibine yalvarıp dua etmeyin, Onu Samed ve Rab kabul etmeyin!) “Velâ yüşrik biibâdeti Rabbihi ehâde[5] (Rabbine hiçbir melek, cin, insan ve ruhaniyi ibadette ortak etme! Hiçbiri seni korumuyor ve doyurmuyor. Seni ihata edip koruyan Ehad, ihtiyaçlarını giderip doyuran Samed O'dur.)

Akıl ve şuur sahipleri içinde geçmiş ve gelecek zamana en açık olan, geleceğin endişe ve korkularını, geçmişin hüzün ve kayıplarını kalp ve ruhunda en şiddetli hisseden canlı insanoğludur. Onun aklının sol eli, ebedî sonsuz zamana uzanıp karanlıkları ve belirsizlikleri gidermek ister. Ta ki korkulardan, manevi baskı ve ezikliklerden kurtulmakla evhamlı enâniyeti ve âciz ruhu rahat bir nefes alsın. Hem aklının sağ eli, mazinin derin derelerine yuvarlanan güzellik ve nimetlere ve ezelî başlangıçsız zamana uzanıp her şeyi geri getirmeye, onların acılarını, hasretlerini def’ etmeye çalışır. Ta ki yaralı kalbine, acı çeken nefsine bir derman bulsun. Fakat onun bu gayretleri ne ona maziyi kazandırır ne de geleceği belirgin kılar. Mazinin alevli ve yandırıcı, müstakbelin karanlık ve dondurucu, zemherir ve nârı arasında daimi azap çeker. Çünkü insan şuuru ve benliği fıtratı itibariyle zamana ve mekana bağlı ve çakılı bir âciz-i mutlak ve fakir-i mutlaktır.

Gözle görülen her şey, zerrelerinden galaksilerine, yapraklarından göktaşlarına kadar ilim-irade-kudret şeklinde üç zaruri ve mutlak hakikate dayanarak var olabildiği ve var kalabildiği için, insanın cep feneri hükmünde, kendini aydınlatmaktan âciz “akıl ışığı”, hem meşale hükmünde, sonsuz zaman mağarasını ve kâinat dehlizlerini ışıtmada âciz ve yetersiz “benliği ve şuuru” o insana zifirî karanlık bir âlemi hediye getirir. Bu hediyenin getirdiği tesellisi olmayan bir dehşet, acı........

© Risale Haber