Hayat Kudret
Bismillah
"Gece zamanı duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin." Mesnevî-i Nuriye
Bu temsil, misalî hakikatleri görmenin yollarından birini gösterir. Cam, görünür ile görünmeyen arasında bir geçit olurken, ışık da şuur ve marifeti temsil eder. Göz, camda yalnızca yansıma görmez; eşyanın ardındaki mânâya bir kapı aralar. Böylece tek bir yansıma bile, çoklu tecellîlerin ve mânâ katmanlarına tılsım olur.
Gece; karanlığıyla birlikte, görünen âlemi örter. Artık zahiri dünya örtülerek ve batıni dünyadaki ışık camlara vurdukça, onlar âlem-i misal pencerelerine dönüşür. Her cam, bir başka odayı, bir başka menzili gösterir. Bu, her şeyin ardında daha derin manalara geçişi sağlar.
Tefekkürsüz bir zihin, karanlık bir odada cama bakmak gibidir: Hiçbir şey görünmez. Ama marifet nuru yandığında, camlar sıradanlıktan çıkar, âlemlere pencere olur. Hayatın hakikati, bu ışıkla belirir.
“Vücud-u hâricîden bir nokta, vücud-u misalîden bir dağı içine alabilir.” (Mesnevi-i Nuriye 146.sh - Risale-i Nur)
Maddî olmayan ama sureti, şekli, hatta boyut ve görüntü itibariyle var olan bir misal âlem dir. Mesela rüyalar bu âlemdendir. Maddî değil ama görülür ve hissedilir. Bir dağın hacmi, boyutu, ağırlığından farklı onun "temsilî bir sureti" kastedilir. Yani hakiki değil, misalî boyutta bir görüntüsü.
Bu ifade, misal âleminin genişliği ve keyfiyetinden bahsediyor. Maddî cihette mümkün olmayan şeyler, misal âleminde mümkündür. Bu âlemde:
Maddî büyüklük önemli değildir.
Bir hakikat çok küçük bir temsilde toplanabilir.
Bir rüya içinde; Koca bir dağ, hatta bir şehir ve o anların birkaç saniyede kurulumunun olması gibi…
Çünkü o rüya, vücud-u misalîdendir. Zihindeki bir nokta, o dağı içine almıştır.
Küçücük bir aynanın karşısına uzak mesafelerden koca bir dağı tutarsan, o dağın görüntüsü aynada tamam olur.
Ama bu madde değil, misalî bir temsildir. Dağ aynanın içinde gerçekten var değildir; ama görünmektedir. Bu da, vücud-u misalînin bir misalidir.
Teknolojik ölçüde düşünürsek; Bir cep telefonunun ekranı küçük lakin bir film oynatılabilir, bir dünya gösterilebilir ve gezdirilebilir.
İşte o ekranın pikselleri birer nokta gibidir. Ama dağ gibi görüntüler, orada toplanabilir. İşte bu, vücud-u misalînin fen deki bir tecellisidir.
Vera C. Rubin Gözlemevi. 3.200 megapiksel çözünürlüğe sahip bir dev teleskop ile bir anda gökyüzünü tarayabiliyor, milyarlarca yıldızı ve galaksiyi kaydedebiliyor. Bu büyük dijital kamera nın amacı fezayı keşfetmek.
Böylesi bir cihaz sadece gökyüzü için mi tasarlandı? Yoksa insanın içinde, fıtratında zaten böylesi bir "gökyüzü tarayıcısı" var mıydı?
Elbette zihin.
Zihin, sadece bilgi depolayan bir merkez değildir. O, âlem-i şehadet ve âlem-i gayb arasında gidip gelen, şekli görürken manayı kavrayan latif bir idrak merkezidir.
Vera Rubin teleskobu nasıl ki uzak galaksileri tespit eder,
Zihin de ânın içindeki sonsuz tecellileri fark eder. Zihin, ışık ile değil, nurla görür. Yani sadece şekli değil, şeklin arkasındaki esma-i ilahiyeyi de fark eder.
Başka teleskoblarda zihnin bu yöndeki çeşitliliğinin dellilleridir.
Misal; James Webb Uzay Teleskobu (JWST) bu teleskop, görünür ışığın ötesinde kızılötesi dalga boylarında çalışan dev bir göz gibidir. Çok uzak galaksilerden gelen, gözle görülmeyen ışığı algılar. O kadar hassastır ki, Ay’da bir arı kadar küçük bir ısı kaynağını tespit edebilecek kadar güçlü bir dedektöre sahiptir. Yani, var olan ama “görünmeyen” şeyleri, algı sınırımızın ötesinden bize gösterir.
Tıpta kullanılan MRI Cihazı, insan bedeninin içine görünmez bir pencere açar. Beynin, kalbin, dokuların en ince detayını “ışık olmadan” görüntüler. Adeta vücudun içindeki gizli hakikatleri temessül ettirir.
Veyahut Elektron Mikroskobu; Bu mikroskop, bir bakteriyi ya da virüsü milyon kat büyütür. Gözle görünmeyen en küçük varlıkları bile detaylı şekilde görünür kılar. Öyle ki, bir DNA ipliğini bile temessül ettirebilir.
Gerçekte var olan ama çıplak gözle görülmeyen şeyler, yüksek hassasiyetli bir bakışla ortaya çıkar. Tıpkı insanın kalbi ve zihni gibi; bakış açısı genişledikçe, madde arkasındaki mana da görünür olur.
Zihni bir ayna gibi düşünürsek, kalb o aynanın nuru fark ettiği merkez olur. Kalbin odaklanması için elbette Zihin lazımdır.
Bir kamera nasıl net görüntü için odak ayarı isterse, zihin de gördüğünü anlamlandırmak için kalbin yönlendirmesine ihtiyaç duyar.
Kamera sadece fotoğraf çeker. Ama o fotoğrafta hangi mana var, neye işaret ediyor? Hangi ismin tecellisi... İşte bunlar kalb sayesinde görünür olur.
Dördüncü Şua da;
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ geldi, perdeyi kaldırdı. Gördüm ve hissettim ve hakkalyakîn zevkettim ki; bekamın lezzet ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemal'in bekasına ve benim Rabbim ve İlahım olduğuna imanımda ve iz’anımda ve îkanımda vardır. Şualar 61.sh - Risale-i Nur
Zihin bir kamera gibidir; çevreden aldığı görüntüyü çeker. Kalp ise o kameraya ilahi mana için focus ayarı yapan lenstir. Zihin şekli kavrar, kalp ise o şekli, esmâ-yı ilahiyeyi fark ettirir, manayı idrak eder.
Bu intisab, şuur-u imanîn zuhurudur. Üstadım hazretleri;
“حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ” ayetini 500 defa okuma telkini, zihnin “piksellerini” artırmasını, yani idrak seviyesinin yükselmesiyle, iman aynelyakîn mertebesine ulaşır.
Demek ki daha çok tekrar, daha yüksek çözünürlük oluşturur.
Böylece daha önce göremediğimiz incelikleri, hikmetleri görmeye başlarız.
İman bu netlik sayesinde “aynelyakîn”, yani gözle görülür kesinlik seviyesine yükselir.
Dimâğın beşinci mertebesi olan İz’an, akıl yürütmenin kalbin nuranî idrakiyle birleştiği noktadır. İz’an, delilleri ve şekilleri toplar; kalpteki zihin ise bu delilleri hadsî bir süratle kavrayarak onları sarsılmaz bir yakin derecesine yükseltir.
Bu yüzden kalpteki zihin mertebesi olmadan, dimâğın iz’anı eksik kalır. Dimâğ bir göz gibidir; kalbin idraki ise bir nur gibidir. Göz, şekli seçer ama nur olmadan o şeklin mânâ sını tam göremez. Zihin görüntüyü yakalar, kalbin nuru o görüntüyü hakikate dönüştürür.
Bu cihetle Zihin, kâinatı taramaya ayarlı manevî bir kameradır. Her mevcud, o kameraya bir fotoğraf gibi düşer. Ama gerçek resmi kalb yönlendirirse ortaya çıkar.
“Evet misal olarak semadaki nur ile yerdeki şu kocaman dağa bak. O nur semada iken ziyasıyla yerde iş görür, faaliyettedir. O dağ ise, azametiyle beraber faaliyetsiz yerinde oturuyor. Ne bir tesiri var ve ne de bir fiili var.” (Mesnevi-i Nuriye 146.sh - Risale-i Nur)
Yani maddi varlığın heybeti, tek başına idraki doğuramaz. Nur gibi........
© Risale Haber
