Metabilgi – Metabilim Yazıları (1)
TV, medya, internetin ürettiği ve bizi de, bunlarla meşgul ettiği sahte ve geçici gündemler (Gazze hariç) dışında kalmaya çalışarak, kendi gündemimi belirlemeye çalışıyorum. Bugünlerde içime doğan veya içimde olup da, şimdi netleşmeye başlayan, bazı düşüncelerimi aşağıya yazdım. Sizin de hoşunuza gideceğinden emin olduğum için, sizle de paylaşayım dedim. Bence, bu aşağıdakilerden 2 – 3 yazı konusu çıkar ama bu uzun sürer; hem, eksiksiz olsun diye beklettiğim, bitmemiş o kadar çok yazı var ki! Seneler geçmiş yeni farkettim!.. Bu sebepten; artık “deneme, makale, metin” şartlarını düşünmeden, “giriş – gelişme – sonuç” demeden; konulara, kitabın ortasından gireceğim. Çünkü: Yeni yeni farkediyorum ki, “mükemmel, iyinin düşmanı” gerçekten. Ve daha önemlisi: Ömür kısa; yani hiçbirşey bekletmeye, ertelemeye gelmemeli bence. İşte başlıyoruz:
1) Bazı tasavvuf kitaplarında geçen şu iki cümle:
“İnsan benim sırrımdır, ben de insanın sırrıyım.”
“İnsanın sırrı benim sırrımdır, benim sırrım da onun sırrıdır.”
Nedir bu sır? “Ene”, yani “ben(lik) mi acaba?
Ya da enenin kullanımıyla açığa çıkan birşey mi?
Peki “Ene / Ben(lik)”, bir yanılsama mı?
Yani: Bir nevi halüsinasyon ve illüzyon ve serap mı?
Veya: Bir ipin ucunda hızlıca döndürdüğümüz bir lâmbanın oluşturduğu; sahte bir ışık çemberi mi? Sadece zihin ve algımızda oluşan, bir “görünüş” mü?
Veya: Eşya'nın sağı-solu gibi; itibarî ve izafî bir varlığı var ama haricî ve somut bir vücud ve mevcudiyeti yok mu bu “ben(lik)”in?
Yoksa “ben(lik)”, şuurun ta kendisi veya kendini görmesi mi!?...
“Ene / Ben(lik)”; o her neyse, tecrübeden doğmayan ama tecrübeyi mümkün kılan birşey... Daire veya Sıfır veya O harfi gibi, kendine katlanan/dönen/bağlanan bir farkındalık hâli... Sayfanın ortasında bir iğneyle açtığımız ufacık bir “delik” gibi; yani vücudu olmayan, ademe yakın birşey. Veya: Beyaz bir sayfada, siyah mürekkeple yazılmış bir “nokta”; “siyah nokta”, yani ışığın yansımadığı, çünkü üzerine gelen tüm ışığı yutan. Zaten ışığın yansımadığı, ışığın yutulduğu, siyah, “ademî” harfleri okuyoruz, kitaplarda... Mutlak Zât’ı, Mutlak Yok’a yakın birşey ‘anlayabilir’ bence de. “Yok”, zaten; isimsiz – sıfatsız, hattâ varlıksız olmalı ki; Mutlak Zât’a, tam ayna olunabilsin; vücud nurlarıyla tanışabilsin... O’nu tanımak için, başlangıçta “ikilik” ve bunun doğurduğu “ayniyet ve zıttıyet” şart galiba...
Ne diyorduk?: İşte “ene” yani “ben(lik)”; algı ve tecrübeden doğmayan, eşyanın “sağı – solu” gibi itibarî ve izafî bir vücud/mevcudiyete sahip birşeyken; insanda tecrübenin çoğalmasıyla, haricî ve somut bir vücud ve mevcudiyeti olduğu, zan ve vehmine kapıldığımız birşey. Tıpkı; ipin ucuna bağlı bir lâmbanın, hızlıca döndürülmesiyle, hariçte, somut bir “ışık çemberi” olduğu, “görüntü / görünüş” zan ve vehmine kapılmamız ve bu vehmi, hariçte de görmemiz gibi...
“Ben(lik)”; şuurun ilk hâlinde mi, yoksa kendisine katlanışında mı zuhur ediyor ya da “nokta” veya “sıfır” veya “daire” gibi, kendi içine kıvrılan ve bağlanan birşey mi? Yoksa “gözbebeği” gibi; herşeyi göstermek için, kendisini göstermemesi gereken, ancak o zaman işe yarayan, “delikimsî bir menfez” mi? Biz belki bu boyutumuzda ene’yi; “delik” veya “nokta” olarak görüyoruz ama belki alt veya üst boyutta; O’nunla bağlantı ve alışverişi sağlayan, incecik bir tünel, bir sicim! Tıpkı, anne karnındaki bir bebeğin, göbek kordonuyla beslenmesi gibi; belki biz de manevî feyz ve rızkımızı, incecik “ene tüneli”yle alıyoruz...
Ene’yi tanımak için, etrafında gezdirdiğimiz kameranın açı ve kadrajını biraz değiştirelim şimdi. “İnsan'da “ben”; yani “ben(lik) his ve şuuru”nun var oluş veya kuvvetlenme ve pekişmesinin nedeni nedir? Nedeni: O insanın, kendinde gerçekleşen fiil ve davranışları, sahiplenmesi; yani kendinden bilmesi. Yani: “Fiil”ini sahiplenmesi ve bunun sonucunda da, o “fiilin sonucunda ortaya çıkan eserler”i de sahiplenmesi. Halbuki, fiillerimizin sahibi ve yaratıcısı, yönetici ve hâkimi biz değiliz; dahası, o fiilleri yaparken bile, nasıl olduğunu bilmiyoruz; olurken, nelerin – nasıl olduğunun fark ve şuur ve bilgisinde........
© Risale Haber
