menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Eski Said’in Mühim Talebesi ve Yeni Said’in Avukatı: Mehmed Mihri Hilav-2

8 0
05.11.2025

Değerli dostlar! Bu yazımızda Mehmed Mihri Hilav ağabeyin Osmanlı Devletinin son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıç yıllarındaki hayatını ele almaya çalışacağız inşallah.

Bediüzzaman Said Nursi, Meşrutiyet’in ilk yıllarında Kürtleri anadillerine sahip çıkmaya çağırır. 31 Mart darbesinden sonra yargılandığı ve beraat ettiği Divan-ı Harbi Örfi Mahkemesi’ne sunduğu ve Şehadetname (diploma) olarak nitelediği savunmasının yer aldığı İki Mektebi Musibetin Şehadetnamesi adlı eserinin Hatimesi’nde “Ey Asuriler ve Kiyanîlerin cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürdler!” diyerek şu tavsiyelerde bulunur:

“Hem de ‘lisân-ı mâder-zâd’ denilen, eşi‘a-i hissiyât-ı milliyenin ma‘kesi ve semerât-ı edebin şeceresi ve âb-ı hayât-ı ma‘ârifin cedâvili ve kıymet ve tekemmülünüzün mîzân-ı i‘tidâli ve doğrudan doğruya herkesin vicdânına karşı menfez açmakla hayt-ı şuâ‘ı gibi, te’sîrâtı ilkâ edici ihmâlinizle ğâyet müşevveş ve ba‘zı dalları aşılanmış olan lisânınız, “şecere-i tûbâ” gibi bir şecerenin tecellîsine müsta‘id iken, böyle kurumuş ve perîşân kalmış ve medeniyet lisânı olan edebiyâttan nâkıs kalmış olduğundan, lisân-ı teessüfle lisânınız sizden hamiyet-i milliyeye arz-ı şikâyet ediyor.

İnsânda kaderin sikkesi lisândır. İnsâniyetin sûreti ise sahîfe-i lisânda nakş-ı beyân tersîm ediyor. Lisân-ı mâder-zâde ise tâbî‘î olduğundan, elfâzı da‘vet etmeksizin zihne geliyor. Alış-veriş yalnız ma‘nâ ile kaldığından zihin çatallaşmaz. Ve o lisâna giren ma‘ârif “nakş-ı ale’l-hacer” gibi bâkî kalır. Ve o ziyy-i lisân-ı millî ile görünen her ne olur ise me’nûs olur. İşte hamiyet-i millînin bir misâlini size takdîm ediyorum ki, o da Mutkili Halîl Hayâlî Efendî’dir ki hamiyet-i millînin her şu‘besinde olduğu gibi, bu şu‘be-i lisân meydânından قَصبُ السَّبْق۪ي (Birincilik ödülü) ihrâz eylemiş. Ve lisânımızın esâsı olan elif-bâ ve Sarf ve Nahv’ini vücûda getirmiş. Ve hattâ diyebilirim ki: Asr-ı hamiyet ve ğayret ve fedâkârlık ve himâyet-i zu‘afâ imtizâc ederek vücûd-u ma‘nevîsini teşkîl etmiştir. Hakîkaten Kürdistan ma‘deninden böyle bir cevher-i hamiyete rast gelindiğinden, bizim istikbâlimizi onun gibi ümîdinden birçok cevâhir ışıklandıracaktır. İşte bu zât, şâyân-ı iktidâ bir numûne-i hamiyet göstermiş ve muhtâc-ı tekemmül lisân-ı millîmize dâir bir temel atmış. Onun eserine gitmeye ve temeli üzerine binâ’ etmeyi ehl-i hamiyete tavsiye ediyorum." 1

Üstadın bu tavsiyelerini günümüz diline şu şekilde uyarlayabiliriz:

“Ana dil denilen şey, milletin duygularının ışıklarını yansıtan bir ayna, edebiyatın meyvesini veren bir ağaç, bilginin hayat kaynağını besleyen bir pınardır. Aynı zamanda insanın değerini ve olgunluğunu ölçen bir terazidir. Dil, herkesin vicdanına doğrudan bir pencere açarak, ışığın huzmesi gibi etkisini iletir. Ne yazık ki, sizin diliniz — yani ana diliniz — bu kadar yüce bir göreve elverişli iken, ihmalkârlığınız yüzünden karışmış, bozulmuş, bazı dalları yabancı dillerle aşılanmış, düzensiz ve perişan bir hâle gelmiştir. Oysa bu dil, “Tûbâ ağacı” gibi yüce bir ağacın tecellisine elverişliydi. Ama bugün kurumuş, zayıflamış ve medeniyetin dili olan edebiyattan da geri kalmıştır. İşte bu yüzden, millî gayret adına, diliniz kendi hâlinden şikâyet etmekte ve sanki size “Beni niçin bu hâlde bıraktınız?” der gibi bir feryat yükseltmektedir.

İnsanda kaderin........

© Risale Haber