BİR KOLUN HİKAYESİ: ZAMANIN UNUTTUĞU ADAM-2
Her zamanki gibi İnşirah Sahaf’ta, kitapların arasında kaybolmuş, Nizamettin Abi’yle çay eşliğinde muhabbet ediyorduk. Kitapların kokusu, raflardaki sessizlik, fondaki hafif klasik müzikle birleşince mekân, bir zaman tüneline dönüşmüştü sanki. Tam o sırada dükkâna benden yaşça büyük bir büyüğümüz girdi. Selamlaştık, ayaküstü birkaç kelime ettik. Adının Sebahattin olduğunu öğrendiğim bu beyefendi, güler yüzlü, konuşkan, samimi biriydi. Kendini hemen sevdiren bir havası vardı. Sohbet ilerledikçe soyadını da öğrendim: “Sakat.” İtiraf etmeliyim, bu soyadı karşısında bir an duraksadım. Bugüne dek böyle bir soyadla karşılaşmamıştım. O ise, benim şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki, hafif bir tebessümle masanın kenarına ilişti: — Gel hoca, sana anlatacaklarım var. Bu soyadı öyle rastgele konmadı.
Ben de merakla yanına geçtim. Nizamettin Abi de masanın öbür köşesinden bize eşlik etti. Sebahattin Bey cebinden telefonunu çıkardı ve bize eski bir fotoğraf gösterdi: — İşte dedem... Sizinle de paylaşmak istedim. (Dün ki gazete de yayınladığımız fotoğraf) Fotoğraf oldukça eskiydi. Siyah beyazdı ama netti. Tahta bir kapının önünde dimdik duran bir asker görünüyordu. Başında kalpağı, üzerinde düzgünce giyilmiş ceketi...........
© Pusula Gazetesi
