Kaygılar ve Barış
Bugün Kürt meselesi bağlamında yaşadıklarımız, aslında kaygıların taraflar üzerinde oluşturduğu baskılar nedeniyle aldıkları yeni pozisyonlardır. Kaygı, bir motivasyon olabildiği gibi aynı zamanda engelleyici ve denge bozucu bir etkiye de sahiptir. Bu nedenle büyük kararların alınacağı bir dönemden geçerken, Kürtlerin ve Türklerin kaygılarının saptanması ve süreç üzerindeki muhtemel etkilerinin belirlenmeye çalışılması yerinde olacaktır.
- NURETTİN BELTEKİN
- 19 Ağustos 2025
Duygular, bireyler ve toplumlar için kurucu bir unsur olarak işlev görmüştür. Güven sayesinde birçok siyasi, toplumsal ve ekonomik birlikler, ortaklıklar kurulmuştur. Uzun tarihsel ve toplumsal ortaklıklar, güven, saygı ve kaygıların giderilmesiyle oluşan dengeler üzerine kuruludur. İnsanoğlunun kurduğu birçok kurum, bu duygusal arka plana dayanmaktadır. Bugün Kürt meselesi bağlamında yaşadıklarımız, aslında kaygıların taraflar üzerinde oluşturduğu baskılar nedeniyle aldıkları yeni pozisyonlardır. Kaygı, bir motivasyon olabildiği gibi aynı zamanda engelleyici ve denge bozucu bir etkiye de sahiptir. Bu nedenle büyük kararların alınacağı bir dönemden geçerken, Kürtlerin ve Türklerin kaygılarının saptanması ve süreç üzerindeki muhtemel etkilerinin belirlenmeye çalışılması yerinde olacaktır.
Kürtlerin kaygısı, farklı beklentiler ve arka plana yaslanan gruplara göre değişmektedir. Bazı kaygıların tarihî ve politik derinliklere dayandığını düşündüğümüzde, önemli dirençler de sergileyeceklerini söyleyebiliriz. Kürtler I. Dünya Savaşı ile birlikte devletler arasında bölündü ve birçok nedenle görünürlükleri azaldı. Zaman içinde Kürt örgüt ve partilerinin faaliyetleri oranında görünür olmaya başladılar. Fakat son 40 yılda, özellikle Irak ve Suriye’deki totaliter rejimlerin çökmesi, Amerika ve İsrail’in bölgede giderek artan etkililiği ile birlikte Kürtler dünya kamuoyunun en önemli gündem maddesi hâline geldiler. İran Kürtlerinin güçlü aidiyetleri, dinî ve kültürel özellikleri her zaman yarı özerk bir toplum olarak kalmalarına neden olmuştu. Türkiye’de ise hem AK Parti’nin ilk dönemindeki nispi demokratik tutumu hem de AB süreci görünürlük sürecini artırdı. Sonuç olarak, son derece enerjik ve hareketli yaklaşık 60 milyonluk bir nüfus orta yerde belirdi.
Bu yeni durum, Kürtler tarafından tarihî bir fırsat olarak görüldü. Özellikle Irak ve Suriye’de devletin zayıflaması dolayısıyla bazı siyasi statü denemeleri yapıldı. DAEŞ gibi bazı kurgusal yapılar Irak ve Şam’ı birleştirip bir devlet kurdular. Sınırları zaman içinde değişse bile, yakın zamana kadar ellerinde tuttular. Bu çerçevede Kürtler de devletlerin zayıflamasından yararlanarak Başûr (Irak) ve Rojava (Suriye)’da bazı teşebbüslerde bulundular. Başûr, bağımsızlık referandumu yaparak dünya kamuoyunun önüne çıktı. Rojava ise kantonlarla de facto bir statü elde etti. Bu gelişmeler, Kürtlerin uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmesini ve Kürtlerin yeniden yerleştirilmesi tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bölgenin hâkim devletleri bunu bir tehdit olarak algıladıklarından, ilk olarak birçok güvenlik önlemi almaya çalıştılar. İkinci adım olarak söz konusu devletler, kendi Kürtleriyle ilgili entegrasyon projelerine yöneldiler.
Türkiye, bu durumda artan kaygıları doğrultusunda güvenliği esas alan bir konsept tercih etti. Özellikle Suriye ve Irak’a yönelik Fırat Kalkanı Harekâtı (2016–2017), Zeytin Dalı Harekâtı (2018), Barış Pınarı Harekâtı (2019), 2019’dan bu yana süregelen Pençe Serisi Operasyonları (Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe-Kilit) ve Bahar Kalkanı Harekâtı (2020) gibi çok sayıda askerî operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyonların yanında Rojava ve Başûr’da çok sayıda üs bölgesi oluşturulduğunu da unutmamak gerekir. Bu kapsamda özellikle Duhok ve Erbil çevresinde kalıcı üs bölgeleri oluşturuldu.
Türkiye’nin bütün bu çabaları, içte ve dışta katı bir şekilde uygulanan güvenlik konsepti, Kürtlere ilişkin kaygılarını gideremedi. Çünkü bölgeye giren uluslararası güçler, Kürtlere Türkiye’yi zorlayacak imkânlar sundular. Söz konusu güçlerin hedefinde İran’ın yer alması bu kaygıları ayyuka çıkardı. Nitekim devletin Devlet Bahçeli ile aldığı tavır da bu kaygının yönlendirdiği bir adımdı. Bazı Türk çevrelerinde Devlet Bahçeli’nin Türkiye’nin bekası bağlamında bir misyon yüklendiğine dair ifadelerin beyan edilmesi, kaygının derecesini göstermesi açısından önemlidir.
Öcalan’ın Devlet Bahçeli ile beraber yürüttüğü yeni sürecin silah bırakma tarafı herkes tarafından........
© Perspektif
