Tehdit Algısı Yükselirken Türkiye’nin Caydırıcılık Stratejileri
Caydırıcılık sadece füzelerle inşa edilmez. Uluslararası sistemde “yerine koyması zor” bir aktör olursan, düşmanın sana zarar vermeyi göze alamaz. Savunma, değer üretmekle başlar.
- NALAN YAZGAN
- 6 Ağustos 2025
Tehdit algılarının yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. En sıradan vatandaş bile, “ülkemizin caydırıcılığının en güçlü şekilde inşa edip artırmamız nasıl mümkün olur diye” kafa yormaya başlıyor. Savunma sanayiine olan ilginin ve medyada savunma ile ilgili konuların geniş ölçüde yer bulmasının büyük güçlerle yakın bir gelecekte bir yüzleşme beklentisinde olunduğuna bağlanıyor ve vatandaşlar devletin yeterince caydırıcı bir güç olup olmadığını takip etme gereğini hissediyor. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde savunma sanayii projelerinin, ekonominin pek parlak olmadığı bir dönemde bile belirleyici bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
Peki bu caydırıcılık nasıl inşa edilir?
Caydırıcılığı kabaca, “Size saldıracak hasmınıza tazmini epey zor veya imkansız derecede büyük zarar verebilme kapasitesi” diye tanımlayabiliriz. Öyle ki, “Hasmınız size saldırmayı bir seçenek olarak dahi göremesin”. Burada verebileceğimiz zarar kendi elimizle de olmak zorunda değil. Bu da caydırıcılığın bir çok oyuncu ile bir çok düzlemde oynanan bir oyun olmasının sonucu.
Elbette Türkiye’nin modern, teknolojik, güçlü bir orduya, en etkili savunma ve saldırı sistemlerine sahip olması son derece önemli. Saldırmaya cüret edecek düşmanların, saldırırken çok büyük zarar vermeyeceklerini ve karşılığında ise çok ağır bir darbe alacaklarını bilmeleri barışı güvence altına almanın önde gelen yollarından. Bu bağlamda nükleer caydırıcılık ve bölgede bir dehşet dengesi yaratma tartışmaları tekrar canlandı. Ancak İran’ın maruz kaldığı baskı ve saldırılar dikkate alındığında bu konuyu dillendirmek bile bizi hedef tahtasına koyacak. Zaten nükleer enerji projeleri üzerinden bile bir “şeytanlaştırma” operasyonu tedavüle sokulmuş görünüyor.
Söz Sahibi Olduğumuz Sağlam İttifaklar
İçinde bulunduğumuz askerî ittifaklar da önemli bir caydırıcılık unsuru olabilir. Ancak bu ittifaklardaki ağırlığımız ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmamız daha önemli ve bize belli bir dokunulmazlık sağlayabilir. Elbette bu ittifaklara ne kadar güvenebileceğimizi de gerçekçi olarak değerlendirmek zorundayız. Zira, F35 örneğinde yaşadıklarımız gibi tüm ittifak üyelerinin yeni bir anlaşma ile ülkeyi “açıkta” bırakmasına şahit olabiliyoruz. Aynı şekilde bizzat ABD Başkanı Donald Trump’ın, NATO anlaşmasının, saldırıya uğrayan üye ülkenin savunulmasına ittifakın tüm üye ülkelerinin koşmasını öngören beşinci maddeyi tartışmaya açması aslında ittifakın adı konulmamış sonu olarak da değerlendirilebilir. Ülkemiz açısından bizzat NATO üyesi ülkelerden maruz kaldığımız savunma ambargoları kime ne kadar güvenebileceğimiz konusunda bir tablo çoktan çizdi.
İttifaklarda ağırlık ve söz sahibi olmanın en önemli yolu da ittifaka sağlayacağınız katkıların değeri. Soğuk Savaş sırasında NATO’nun Güneydoğu kanadındaki olası bir nükleer savaşta kurbanlık koyun misali kendimizi feda etme pahasına kendimize değer biçtik ama ittifak içinde ne kadar söz sahibi olduğumuz tartışmalıydı. Geldiğimiz noktada bu derece fedakârlığın ne derece akılcı olduğu şüpheli. Türkiye, manevra alanının giderek daraldığı bölgesi yerine dünyanin her yerinde ittifakın güç projeksiyonunda daha aktif rol alabilir.
Toplumsal Düzen
Savunma için “iç cephenin” sağlamlığının ne kadar önemli olduğu da malum. Eğer toplumsal düzen ve devlete bağlılık sallantıda ise size........
© Perspektif
