İki Siyaset Tarzı: Kurum-Kural veya Kişi-Karizma
Türkiye toplumu rüştüne erip kurum ve kural ile siyaset yapma yeteneğine henüz yeterince sahip değildir. Demokrasi, salt oy verme/sandık (kral seçme) değil; sahaya/sokağa/meydana inme, elini taşın altına sokma, sorumluluk üstlenme, kurum ve kurallar rejimidir. Halkımız, sürekli -dinî veya seküler- “Tek-Adam”, “Lider”, “Karizma” arayışındadır.
- İLHAMİ GÜLER
- 23 Haziran 2025
Kurum-Kural Siyaseti
Kur’an, siyasi işlerin (Emr) içerde “Şura”(42/38); dışarda ise Sözleşme-Anlaşma (Ahit) ile (16/91,2/177) çözülmesini önermiş; Hz. Muhammed de bunu hayatında arkadaşları ile istişare (3/159) ve dışarda ise “Medine Sözleşmesi” ve diğer kabileler ile yaptığı ahitleşmeler ile uyguladığı halde; onun ölümünden sonra siyaset, kabile karizması (Kureyş) ve askerî bir kavram ile (Emire’l-Müminin) devam ettirilmiştir. Fazla zaman geçmeden buna bir de dinsel karizma (Hilafet) eklenmiştir. Hasılı, Kur’an’ın siyaset önerisi/tarzı rafa kaldırılmıştır. Kur’an’da siyaseti belirleyen temel, Alman düşünür Carl Schmit’in siyasetin temel modu olarak belirlediği “Dost-Düşman” ayrımı, ahlak üzerinden “Adalet ve Zulüm” çelişkisine bağlanmıştır (2/193,60/7-8). Dostluğu ve düşmanlığı belirleyen nitelik, etnik köken (kabile) dil, din/inanç ve çıkar birlikteliği değildir. Muaviye isyanı ile birlikte, bu kriter değişmiş; siyasetin raconu, büyük ölçüde güç/zor/savaş, kabile ve çıkar üzerine oturmuştur. Emevilerde ve Abbasilerde siyaset, Kabile/Kılan/Hanedanlık ve din (Hilafet/Zıllullah) karizması üzerine oturmuş; iktidar, halkın rızasını arama (şura) yerine; halkı zorla itaate (biat) zorlamıştır. Müslümanlar, kendilerini kimin yöneteceğini; hangi gerekçe ile yöneteceğini; yöneticinin nasıl tayin edileceğini; ne kadar süre ile yöneteceğini ve hangi yetkilerle donatılmış olacağını tayin edemediler. Bu anayasal (hukuki-ahlaki) boşluklar, 1.400 sene boyunca sürmüştür.
Kur’an’da Allah’ın kendisi de, insanlarla ilişkisini -Eş’arilerin sandığı gibi- : “Allah’dır; ne yaparsa yeridir” tazında –adetâ/haşa- kaprisli bir “Kadir-i Mutlak, Alim-i Mutlak ve Mürid-i Mutlak” imgesi/tasavvuru ile değil; kendini ahlaki isim-sıfatlar (Esmau’l-Hüsna) ile kayıt altına alarak (Sünnetullah/48/23, Kelime/10/19, Kitap/78/39) ve insanların özgür iradeleri ile bir sözleşme (misak) yaparak kurmuştur (7/172). Eş’arilerin ileri sürdüğü gibi, “Teklif-i Ma-la-yutak= insana güç yetiremeyeceği şeylerin teklif edilmesi” caiz değildir.........
© Perspektif
