menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ev: Çadırda Yaşayan Bir Ülke!

14 5
27.09.2025

“Ev” filmi üzerine düşündüğümde, bana ilk çarpan şey şuydu: sinema burada yalnızca bir sanat formu değil, bir tanıklık biçimi. Orhan Eskiköy’ün kamerası Karasu ailesinin çadırına girdiğinde, aslında bir evin ne olduğunu, ne olmadığını ve ne olabileceğini sorgulatıyor.

Felsefede “yer” ile “mekân” arasındaki ayrım sık sık tartışılır. Mekân, soyut bir koordinattır; yer ise insanın belleğiyle, duygusuyla, geçmişiyle doldurduğu şey. Karasu ailesinin çadırı, fiziksel olarak bir “mekân”dır, geçici, plastik, rüzgârda uçabilecek bir yapı. Ama orada yaşayanlar için bir “yer”e dönüşür: yemek kokularıyla, çocukların kahkahalarıyla, kaybedilen evin hayaliyle… Film, bu farkı seyirciye sezdiriyor.

“Başımızda bir çatı olsun yeter” cümlesi, Türk kültüründe yalnızca konut ihtiyacını değil, aynı zamanda varlık sebebimizi ifade eder. Çatı, güvenliktir; aileyi, mahremiyeti, sürekliliği simgeler. Türk sineması bunun sürekli altını çizer. Örneğin, Münir Özkul’un “Bizim Aile” filminde müteahhit üçkâğıdıyla evsiz kalan ailesiyle Karasular’ın kaderi arasında trajik bir köprü kurmak mümkün. Her iki hikâyede de “ev”in yokluğu yalnızca barınma sorununa değil, kimlik ve aidiyet kaybına işaret ediyor.

Lütfi Akad’ın ünlü göç üçlemesinde (“Gelin”, “Düğün”, “Diyet”), köyden kente göç eden aileler evlerini kaybederler ama yeni evleri de bir türlü kuramazlar. Burada ev, “sosyal çözülmenin........

© Öteki Sinema