menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Anomali: Bağımsız Türkiye Sineması

11 4
previous day

Bağımsız Türk sinemasına bakınca karşımıza çıkan en belirgin çelişki, biçimsel olarak özgür, içerik olarak ise teslimiyetle örülmüş bir yapıda görülür. Filmler çoğu zaman sessiz, durağan ve minimalizmle çevrili. Görüntüler iyi, ışık yerinde, sinematografi pırıl pırıl ama filmlerin içinde insan yok. Ne sokaktaki vatandaş, ne işçi, ne kadın, ne genç.

Sinemacımız kendi ülkesine uzaktan, steril bir mercekten bakar. Bu tavrın estetik bir tercihten çok, ideolojik bir kaçış olduğunu görmek gerek. Çünkü sinema, her şeyden önce bir toplumsal ayna.

Bu kopuşun kökleri sinema tarihimizin ilk yıllarına kadar uzanır. Muhsin Ertuğrul’un tiyatro mantığıyla kurduğu, Batılı eserlerin yerel uyarlamalarına dayanan sinema dili, halktan çok sahneye bakıyordu. Gerçek bir sinema ancak halkın hikayesini anlatabildiğinde doğacaktı ve bu, 1950’lerle birlikte Yeşilçam’da gerçekleşti. Yeşilçam, sermayeden değil, halktan doğdu. Bonolarla, tefecilerle, düzensizlik içinde ama tutkuyla ayakta kalan bir endüstriydi. Halk, kendi parasını koyarak kendi hikayesini izliyordu. Türkan Şoray, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın gibi yıldızlar, o halkın sinema perdesine yansıyan yüzleriydi. Her ne kadar filmler kendini tekrar etse de, o hikayelerin ardında bir toplumsal nabız atıyordu.

Bu halk sinemasının tam karşısında, başka bir sinema bilinci filizlendi. Batı’da eğitim görmüş, Avrupa sinemasının estetik ölçütlerini ezberlemiş bir aydın sınıfı sahneye çıktı. Bu kuşak, Yeşilçam’ı “popülist” buldu, halk sinemasını küçümsedi. 60’lardan itibaren sinemamızda estetik bir tartışma olarak başlayan bu fikir çatışması, zamanla sınıfsal bir mücadeleye dönüştü. Bir tarafta Metin Erksan, Halit Refiğ, Lütfi Akad gibi isimlerin önderlik ettiği, Kemal Tahir’in düşüncelerinden beslenen ulusal sinema akımı vardı. Onlar, halkın yaşamını, yerli bir dille........

© Öteki Sinema