Sadık Çelik yazdı... Şaşırmaya alıştık
Her sabah yeni bir şaşkınlığın eşiğinde uyanıyoruz. Geceden sabaha, akşam haberlerinden gece yarısı bildirimlerine kadar, hayatımız neredeyse aralıksız bir şaşkınlık akışına dönüştü. O kadar çok “Bu da mı olur?” dedik ki artık şaşırmanın kendisi bile eskisi kadar güçlü bir duygu değil; tepkilerimizin yükü hafifledi, dudaklarımız daha az aralanıyor, kalbimiz daha az hızlanıyor. Çok fazla şaşkınlık biriktikçe, şaşırma eşiğimiz düşüyor.
Ne zaman “Bundan ötesi olmaz” desek, ülkede herkesin yakından izlediği bir figür daha beklenmedik bir şekilde gündemin dışına düşüyor. Bu da bize aslında olayların büyüklüğünden ziyade, görünür olanla görünmeyen arasındaki mesafenin nasıl açıldığını hatırlatıyor. Bir şeylerin uzun süredir sessizce biriktiğini, ama o birikimin hep en son aşamada duyulur olduğunu.
Şaşırıyoruz.
“Medyanın prensi” yakıştırması yapılan bir ismin bir gecede sahneden çekilmesi de tam bu sessiz birikimin yansıması gibi. Yıllardır iktidara en yakın çevrelerin ilk başvurduğu, en kritik açıklamaları ekrana taşıyan bir figürün bugün böyle bir tabloyla anılması, ister istemez daha kapsamlı bir sorgulamayı davet ediyor insanı. Bu kadar bilginin, temasın ve görünürlüğün merkezinde duran birinin çevresinde akan dikkat yoğunluğunu düşündüğümüzde, hiçbir sinyalin daha önce sezilmemiş, istihbarat alınmamış olması gerçekçi gelmiyor. Bu nedenle dışarıdan “ani” görünen bu düşüş, muhtemelen çok daha uzun süredir devam eden bir çözülmenin sadece görünür hale gelmiş son adımıdır.
Mesele aslında yalnızca bir kişinin hikâyesi değildir. Bu tür olaylarda asıl dikkat çeken şey, yaşananın kendisinden çok, bizim buna nasıl tepki verdiğimizdir. Bir zamanlar büyük bir sarsıntı yaratacak bir olayın bugün daha sınırlı bir şaşkınlıkla karşılanması, duyarlılığımızdaki aşınmayı daha görünür kılıyor. Çok fazla kırılma yaşadıkça, sarsılma eşiğimiz de ister istemez düşüyor.
Şaşırıyoruz.
Siyasette yaşananlara duyduğumuz şaşkınlık giderek tuhaf bir hal alıyor. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yıllardır kendi siyasal geleneği içinde kesin hatlarla konumladığı bir meseleye bugün “Huzur içinde terörsüz Türkiye” başlığıyla alan açması, tam da bu ruh hâlinin bir örneği.
Burada mesele bir liderin fikir değiştirmesinden çok daha fazlası; siyasetin bir ilke etrafında değil, sürekli değişen bir ihtiyaç etrafında dönüyor olması. Dün kesin çizgilerle reddedilen bir ihtimalin bugün mümkün addedilmesi, demokratik olgunlukla değil, pragmatizmin uç noktalarıyla açıklanabilecek bir durum.
Bu tür dönüşümlerde asıl soru, “Neden oldu?”dan çok, “Nasıl bu kadar kolay oldu?” sorusudur. Eğer bir söylem bir günde tersine dönebiliyorsa, o söylemin dayandığı zemin en başından beri ne kadar sağlamdı?........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
Grant Arthur Gochin