Yeni dünya düzeninde Türkiye'nin sınavı
İstanbul Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması dünyada ve Avrupa’da tepkilere yol açtı. Türkiye’de on yıllardır alışıldığı gibi yine medyada bazıları “bu operasyonlarda Batı’nın önceden desteği var” şeklinde iddialar ortaya atsalar da veya “Avrupa, ABD ne der?” diye bekleseler de meseleye böyle bakmak bence pek doğru değil. Peki, ülkemizdeki bu son gelişmeleri dünyada oluşmaya başlayan yeni güçler dengesi çerçevesinde nasıl ele almalı ve ne gibi sonuçlar öngörmeliyiz?
ESKİ “BATI” KAVRAMINI UNUTALIM
Bu köşede defalarca yazdığım gibi dünyada artık eskisi gibi bir “Batı bloku” kavramı bulunmuyor. Trump’ın ikinci gelişiyle eskinin adına “yeni dünya düzeni” denilen liberal küreselcilik sistemi dağıldı. Hatta, Batı blokunun tartışmasız lideri ABD bu düzenin temel ayakları olan tüm kurumlara karşı sistematik bir tasfiye girişimi başlattı.
ABD, Birleşmiş Milletler’e kurallar gereği kendi üzerine düşen miktar dışında tüm ek yardımı keseceğini açıkladı. Dünya Sağlık Örgütünden çekilerek onu etkisiz hale getirdi. Dünya Ticaret Örgütü’nün tüm ilkelerini çiğneyerek onu yavaş ölüme mahkum etti. NATO’nun dış saldırılara karşı dayanışmayla ilgili 5’inci maddesini bazı koşullarda tanımayabileceğini açıklayarak bu kurumun eski önemini yitirmesine yol açtı.
ABD’nin Rusya’ya yaklaşmasının nedeni sadece Çin’e karşı Rusya ile ittifak yapmaya çalışmasından ibaret değildir. Evet, ABD tıpkı eski ABD Başkanı Nixon‘un Mao ile yaptığı masa tenisi (ping pong) diplomasisi gibi bugün Putin ile bir hokey diplomasisi başlatıyor. Ancak tarihte bazı olaylar ve ülkelerin girişimleri birbirlerine benzese de alegori ile sonuç çıkartmak yanlıştır.
Nixon 1972’de Mao ile Batı dünyasının lideri olarak görüşmüştü, Trump ise Putin ile sadece ABD çıkarları çerçevesinde ilişki kuruyor. ABD, Rusya ile hem potansiyel bir müttefik hem de devasa doğal kaynaklar ülkesi olarak ilgileniyor. Çünkü Trump için ABD’nin doğrudan ve tartışmasız yararları ve istediğini güç kullanarak elde etmek dışında hiçbir ölçüt yoktur.
“YUMUŞAK GÜÇ” ARTIK YOK
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya düzeninde elbette yine nihai amaç güçlülerin çıkarlarını korumaktı. Ancak şimdi belirmeye başlayan yeni parametrelerden yine de çok değişik bir durum vardı ve metot başkaydı. O eski sistemde malların ve sermayenin serbest dolaşımı ilkeleri çerçevesinde ekonomik yardımlar, yatırımlar, borç vererek müttefikleri ayakta tutma sistemleri, insani ve kültürel çerçevede ilişkiler önemli bir yer tutmaktaydı. Kısacası “soft power” yani yumuşak güç ilişkilerde büyük bir rol oynamaktaydı.
Özellikle Sovyet kampının yıkılması sonrasında ve yumuşak güç kavramı çerçevesinde ABD liderliğindeki Batı, ilişki kurduğu dünya ülkelerine demokratik yönetim biçimini, insan haklarının temel ilkeleri hakkındaki kendi yorumunu bir model olarak sunmakta ve onlardan bu ilkelere uymalarını istemekteydi. Batı bu konuda her ne kadar dürüst olmasa da, ölçütlerde bol bol çifte standart kullansa da yine de demokratikleşme ile Batılı firmaların yatırımları ve finansmanları arasında bir paralellik olduğu görüşü genel kabul görmekteydi.
Şimdi, tüm bunlar geride kalmıştır. Bugün ülkemizdeki demokrasi noksanlığına Batı’dan ne tepki geleceğini düşünürken bilmemiz gereken ilk gerçek budur. Şimdi artık yumuşak değil sadece kaba güç vardır gündemde. O kadar ki Trump tüm Birleşmiş Milletler ilkelerini ayaklar altına alarak komşu ülkeler üzerinde hak iddia edebilmekte, Grönland, Panama........
© OdaTV
