menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kılıçdaroğlu’nun mazeret psikolojisi: "Daha az kötü"

20 9
29.06.2025

Birbirleriyle hiç ilgisi olmayan iki isim. Birisi Türkiye’de eski bir bürokrat ve CHP eski Genel Başkanı, diğeri Nazi Almanyası bürokratı, Yahudi soykırımının lojistiğinden sorumlu kişi.

İki ismi birlikte ele almamın nedeni Kılıçdaroğlu’nun son günlerde sık sık tekrarlanan “ben CHP Başkanlığını kabul etmesem kayyum gelecek” sözü. Aynı mantık Eichmann’ın mahkeme savunmasında da vardı: “Ben o görevi yerine getirmesem başka biri yapacaktı” diyordu Alman Reich görevlisi.

KÖTÜYÜ TERCİH

İki isim ve yaşadıkları dönemler ve coğrafyalar arasında hiçbir benzerlik olmasa da her ikisi de “daha kötünün gelmesini” engellediklerini ileri sürüyorlar. Ahlak felsefesi açısından ilginç bir konu bu. Daha kötüsü olabilir varsayımıyla kötüyü tercih etmek nereye kadar geçerli olabilir?

Adolf Eichmann devlet çarkının sadece bir dişlisi olduğunu ileri iddia ederken bir parti başkanı olan Kılıçdaroğlu ömrü boyunca devlet için çalıştığını ısrarla vurguluyor. CHP’nin başına daha büyük felaketler gelmesini önlemek için sorumlu davrandığını söylüyor. Ahlaki açıdan sorunlu olan tür tercihler tarih boyunca filozoflar tarafından ele alınmıştır. Bu alanda önemli isimlerden biri de Hannah Arendt’tir.

20’inci yüzyılın ünlü filozofu Hannah Arendt 1964 yılında, Eichmann’ın yargılanmasından sonra yazdığı “Sorumluluk ve Muhakeme” adlı eserinde şöyle der:

“Siyasi olarak, ehven-i şer argümanının zayıflığı her zaman, ehven-i şer'i seçenlerin kötülüğü seçtiklerini çok çabuk unutmaları olmuştur. ...Dahası, totaliter yönetim teknikleri göz önüne alındığında, "daha az kötü" mantığının iktidar mensubu olmayanlar tarafından ve sadece dışarıdan ileri sürülen bir bahane değil, yönetici elitin de terör ve baskı mekanizmasına bilerek yerleştirdiği mekanizmalardan biri olduğunu anlarız.”

Türkiye’de benzer uygulamalar anlatılırken sık verilen bir örnek kurbağanın haşlanarak pişirilmesidir. Doğrudan sıcak suya atılan canlı sıçrayıp kaçacak ve direnecektir. Ama ısı yavaş yavaş artırılırsa rehavete kapılan kurbağa sonunda tam rejimin istediği kıvama gelecektir. Rejimle “normalleşme” başlatacak ve işi bitecektir. İşte “daha az kötü” sanılan tercihin anlamı budur.

Nazi rejimi bunu iyi bildiği için hep aynı taktiği uygulamış ve daha kötüden ya da daha kötü olacağı sanılandan kaçınmak için yanlış tercih yapan aydınlar ve halk sonunda tarifsiz ve sınırsız kötüyü de görme aşamasına varmışlardır. Ve totaliter rejimlerin belli bir aşamadan sonra içerde bir devrimle yıkılması mümkün olmadığından Alman halkı uykusundan ancak Sovyet askerlerinin postallarıyla uyanabilmiştir. Filozof, önemli olan daha az kötüyü tercih etmek değil iş geri dönülmez noktaya gelmeden direnmektir diyor özetle.

Almanya’da kimi siyasetçi ve bürokratlar 1933’teki Reichstag Yangını provokasyonu na, 1935’teki Nürnberg Yasalarına, öze dönme ve yayılma girişimlerine, Avusturya’nın ilhakına, Kristal Gecesi pogromuna hep daha kötüsü olmasın diye destek verdiler ya da sessiz kaldılar. Ama sonunda rejim hiçbir zaman sınırlı kötüyle yetinmedi.

ÇIKARCI İŞBİRLİKÇİLİK

“Ne demek efendim mahkeme kararlarına elbette uyulacak” şeklinde konuşan Türk siyasetçileri gibi Alman siyasetçileri de işbirlikçi idiler aslında. Nazilerin işbirlikçileri. Kapolar. Sonderkommandolar. Ya da bir cins köy korucusu ya da itirafçı idiler kendi geçmişlerinin mirasçıları olarak. Hepsi aynı kapıya çıkar. Hannah Arendt’e göre bunun nedeni “ korkudan esinlenen ikiyüzlülük” değildi, “Nazilerin gücünden etkilenenlerin tarihin akışını kaçırmamak için çok erken duydukları çıkarcı hevesti”. Kuşkusuz çok yanlış bir hesap yapmaktaydılar.

Nazi işbirlikçilerinin ruh halini irdeleyen Hannah Arendt’in eserinin ikinci bölümünde Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanından bir diyalog anımsatılır: “Dimitri K. Starov’a sorar: ‘Kurtulmak için ne yapmalı?’. Ve Starov cevap verir: “Her şeyden önce, kendimize yalan söylememeliyiz.” Tüm Dimitri K.’lar bu öğüdü tutmalı.

Almanya’da 1933’ten sonra kamuya mal olmuş kişilerin büyük bir çoğunluğu........

© OdaTV