İran solundan çıkarılacak şaşırtıcı dersler
Türkiye’de kendini az çok solda hisseden birine İran’daki solcuların Humeyni’ye karşı tavrını sorarsanız derhal bunun “vahim bir hata olduğunu” söyleyecektir. Hemen herkes bu konuda fikir birliği içindedir. Oysa mesele siyasal bir tavırdan ibaret değildir, konu ideolojiktir.
İran solunu temsil eden Tudeh’in kurulduğu 1941’den beri on yıllar boyunca aynı çizgiyi izlemesi kuşkusuz bir rastlantı değil. Siyasal İslamcılığa ve onun temsil ve istismar ettiği değerlere açıkça karşı çıkmaması da dönemsel siyasetteki taktik bir hatadan ibaret sayılamaz.
İran’ı ve Tudeh’i iyi anladığımızda Türkiye’de bir kısım solun ve aydın kesimin yaptığı hatalı tercihleri de daha iyi anlarız. Arada birçok benzerlikten bazı ipuçları elde etmek olasıdır.
DEVRİMCİ ŞAH RIZA VE KARŞI DEVRİMCİ SOL
Bir Atatürk hayranı olan ve onu örnek alan Rıza Şah’ın işbaşında kaldığı sürede (1925-1941) giriştiği yoğun modernleşme çabalarına karşı İran’da din adamlarının başını çektiği bir dizi tepki olmuştu. İran solcuları bunun ülkenin geri kalmış feodal yapısından kaynaklanan doğal tepkiler olduğunu kavramadılar, halk sınıflarının bir rejim karşıtlığı olarak değerlendirdiler. Ya da aralarında yönetici pozisyonlarda bulunanların bazılarının durumu böyle görmek ve göstermek işlerine geliyordu.
İran’da siyasetin odak noktası da buydu. Gerçekte Rıza Şah’ın 1930’larda yaptığı devrimler onu İngiltere’ye karşı daha bağımsız hale getiriyordu. İran, tarihte “büyük oyun” adıyla bilinen İngiltere-Rusya çekişmesine mazur kalmıştı. Rıza Şah ülkesinin geri kalmışlığını İngiltere’ye ve bir ölçüde Rus Çarlığı’na bağlıyordu. Bu nedenle, 1930’lu yıllarda ülkesini inşa eder ve devrimlerini yaparken bir denge politikası izledi, bu nedenle Nazi Almanyası’yla da ekonomik ilişkiler kurdu.
Dönemin en büyük süper gücü olan İngiltere için ise İran çok önemliydi. İngiltere’nin dünya egemenliği için kilit nokta Hindistan’dı. İran o zamanki İngiliz sömürgesi Hindistan’ın hemen yanı başında bir tampon bölge olma özelliğindeydi. Bu nedenle ülke içindeki gericiliğin ve özellikle din adamları sınıfının Şah’a duydukları tepki ile İngiltere’nin Şah’ın bağımsız politikalarına düşmanlığı bir noktada kesişmekteydi.
Rıza Şah Pehlevi, asla Nazizmin destekçisi anlamında bir Alman hayranı değildi, ancak milliyetçi ve modernleştirici hedefler çerçevesinde Almanya ile önemli ekonomik ve teknik ilişkileri vardı. Bu ilişki, Müttefiklerin üs ve denetim taleplerine boyun eğmeyi reddetmesiyle birleşince, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından 1941'de İran'ı işgal etmek için bir bahane olarak kullanıldı. Şah Rıza’ya diktatör ve Alman yanlısı iftirası attılar.
Müttefiklerin gerçek amaçları stratejik ve emperyalistti; savaş sırasında İran'ın kaynaklarını ve altyapısını kontrol etmeyi hedefliyorlardı. Asıl amaç ise Almanların Kafkasya’ya ulaşmaları halinde İran üzerinden Hindistan’a varmalarını engellemekti. Dolayısıyla Rıza Şah'ın iddia edilen "Alman hayranlığı" hem niyet okuma anlamında bir bahane hem de Müttefikler tarafından müdahalelerini haklı çıkarmak için fırsatçı bir şekilde güçlendirilen bir argümandı.
TUDEH İNGİLTERE VE SOVYETLERİN ORTAK ÇOCUĞU
İşte Tudeh tam da 1941 yılında doğdu ve yasal varlığını bu ortak müdahaleye borçluydu. İran’ın o dönem pek de güçlü olmayan aydın kesimleri geniş ölçüde İngiliz propagandasının etkisi altındaydı. Özünde Sovyetler Birliği çizgisinde ancak içindeki aydınların maruz kaldıkları ideolojik bombardıman nedeniyle bir yandan da İngiltere’ye yakın olan Tudeh’in ilk kadroları dönemin solcu “birleşik cephe ittifaklar politikasına” gereği Sovyetler Birliği’ni ülkede gerçekten ağırlığı olan dinciler nezdinde........
© OdaTV
