2000'lerde tekrar türedi... Kimlik siyaseti
19’uncu yüzyıl toplumbiliminde kullanılan bu kavram tüm 20’inci yüzyıl boyunca unutulduktan sonra 2000’li yıllarda yeniden gündeme girdi. Irksalcılığın anlamı sosyal olayları kurgusal ırklarla ve onların “varsayılan” özellikleriyle açıklamak olarak özetleniyor.
Irksalcı yaklaşımda ırk kavramı biyolojik içeriğinden de soyutlanarak kültürel gruplara, hukuksal konumlara hatta cinsiyetlere ya da cinsel tercihlere bile atfedilebiliyor. Kimlik siyaseti neredeyse ırksal bir mücadeleye dönüşebiliyor. Buradan da anlaşılabileceği gibi ırksalcılık, ABD’de ve Batı Avrupa’da ortaya çıkıp tüm dünyayı etkileyen post-liberal woke ve iptal kültürü (cancel culture) ile bağlantılı bir akım. Öte yandan Nazizmin devamı olduğunu inkâr eden yeni sağ düşünce de ırksal yaklaşımda bu tür gruplarla birleşiyor.
IRKÇILIK NEDİR
Irkların insanlığın ortaya çıkışından beri var olduğu ve aralarında bir hiyerarşinin bulunduğu iddiası 19’uncu yüzyılda ortaya çıkmış olan ırkçılık ideolojisinin temelidir. Irkçılık, milliyetçilikten hatta radikal milliyetçilikten farklıdır. Çünkü milliyetçiliğin aksine ırkçılık yurt ve ulus sınırlarını aşan ve bu anlamda ulus-devlet için tehdit olan küresel veya eskilerin deyişiyle cihanşümul bir kavramdır.
Ama ırkçı bir ideolojinin bu sıfata gerçekten layık olabilmesi için ırklar arasında mutlaka bir “üstünlük-aşağılık” hiyerarşisinin var olduğunu da savunması gerekiyor. Böyle bir ayrım yapmadan sadece ırkların bulunduğunu ve insan gruplarının değişmez davranış kalıpları olduğunu savunmak ise geniş anlamda ırksalcılık olarak adlandırılıyor.
19’uncu yüzyılda her ırkçı, ırkların mevcudiyetini ve ırk mensuplarının ortak özelliklerini zaten savunduğu için mutlaka aynı zamanda ırksalcı idi, ama her ırksalcı ırkçı olmayabiliyordu. Öte yandan ırkçı olsun, ırksalcı olsun bu ideolojilerin kilit noktası sosyal davranışların “ırk” gruplarına ve onların biyolojik mirasına dayandırılmasıydı. Irkçılar bununla da yetinmeyip bu biyolojik veya genetik mirasın tek belirleyici ve değişmez olduğunu savunuyorlardı.
Irkçılığın ve ırkçılar tarafından kullanılan ırksalcılığın sömürgeciliği haklı gösterme çabasıyla elbette çok yakın bir ilişkisi var. Dünyadaki sosyal ve ekonomik ilişkilerin şu veya bu insan grubunun değişmez özelliklerine bağlanması ırk çevresindeki düşüncenin her zaman en temel iddiası olmuştur. Ve bu hep yayılmacı politikalara yaramıştır. Hintlilerin ya da siyahların arasına gönderilmiş bir avuç “kolon” yani Avrupalı yerleşimci onlardan üstün sayılmalıydı ki “kolonyalizm” yani sömürgecilik haklılık kazanabilsin.
ÇARPITILAN EVRİM TEORİSİ
8 Ekim’de Odatv’de yayınlanan “Faşizm ve komünizmden sonra sıra neoliberalizmde” başlıklı yazımda evrim teorisini ve biyolojik doğal ayıklama modellerini toplumlara uygulamaya çalışan sosyal Darwincilik’ten ve Herbert Spencer’den söz etmiştim. Ancak biyolojiyi kendi ırksal amaçlarıyla kullananlar ondan ibaret değildi, ırkçılığın kurucusu Arthur de Gobineau 1853-55 yıllarında “İnsan ırkları arasındaki eşitsizlik” adlı kitabını yazmış, deri rengine göre 3 ırk belirlemiş ve bunların birbirlerine karışmasının insanlığın felaketi olacağını söylemişti.
Bu kitaptan 30 yıl kadar sonra sosyalist bir politikacı olan Georges Vacher de Lapouge sosyal Darwincilikten etkilenerek ari ırkın üstünlüğüne ve doğal ayıklamaya dayanan bir dünya sosyalizmi önermişti (1854-1936).
Aynı dönemde Almanya’da Ernst Haeckel (1834-1919) evrim teorisini çarpıtarak öjenizm adı verilen uygulamaların başlatıcısı olmuştu. Bu akıma göre insan türünün saflaştırılması ve kusurlarından arıtılıp kendini aşmasının sağlanması için kısırlaştırma, zorunlu kürtaj hatta fiziki ortadan kaldırma eylemleri gerçekleştirilmeydi.
Irksalcı akıma göre doğal ayıklama toplum müdahalesiyle hızlandırılmalı, sakatlıklar,........
© OdaTV
visit website