Eski Bir Yazıdan*
2013 yılında yayınlanan bir yazıdan alıntılar-
afyon meselesi
Görünen o ki “sosyalistlerin” klasik olarak tanımladıkları yapıtları bir yeniden okuma gereksinimi onlar adına hasıl olmuştur. Bu salt bir “yeniden okumada” olmamalıdır üstelik; şartlar “farklı” okumayı da zorunlu kılıyor; kitaplar devrimci ağabeylerinin ya da tarikatlaşmış örgüt/parti liderlerinin önerdiklerinden ya da dayattıklarından farklı bir şekilde yeniden okunmalı. Tekrarlıyorum; bir başlangıç tanımlamak istiyorlarsa eğer bu da yola çıkış koşullarından biri olmalı. Kendileri bilir, benim diyeceğim bu. Bize yıllarca “Alman İdeolojisi” diye okuttukların “şeyin” ne olduğunu ya da ne olmadığını gördükten sonra benim diyeceğim bu. Bu bağlamda “asıl sorunu” tanımlamakta uyarı mahiyetinde bir önem taşıyor. O büyük devrimci ağabeyleriniz, ablalarınız, şeyhleriniz peygamberleriniz, sosyalist devrimci liderlerin adlarını adlarının önünde telaffuz edilmesinden –etmekten- utanmayan liderlerinizin her nedense bu durumun farkına bir türlü varamamış olmaları. Nedenini sorgulamak çok önemli.
Diğer taraftan burada tanımlamaya çalıştığım sorunun daha az üstünde durulan bir yanını da dile getirmek gerekiyor; sosyalistlerin “diğer” kitabı okuma konusundaki isteksizlikleri. Alman İdeolojisini özetinin özetinden okuyup anlamaya çalışanların Feuerbach’a ait bir okuma yapmalarını beklemek duruma karşı bir haksızlık olur! Yıllar yıllar önce, henüz kendimi hala sosyalist olarak tanımladığım ya da öyle sandığım çağlarda derin ideolojik bilgisiyle ünlenmiş bir devrimci sosyalist abimize “Ludwig Feuerbach Hıristiyanlığın Özü’nde epistemolojik bir bakışla etik konusunda oldukça reformist bir yaklaşım sergilemiyor mu” diye sorduğumu anımsıyorum, naçizane küçük burjuva eklektik ideolojik kurgumla… Aldığım yanıt son derece öğretici olduğu için ısrarla paylaşmak zorundayım: “Ludwig Feuerbach mı, o kim?”
Burada mutlaka “onlarında” okunması gerektiğini iddia etmiyorum; zaten bu durumda bilmelerinin dahi imkânsız olduğunu düşünüyorum. Yalnız bu türden okuma zafiyetlerinin yol açtığı durumların nedenini sorgularken dile getirilmeleri gerekli. İşte bu nedenle “din halkın afyonudur” aforizmasının da alabildiğine eksik yorumlandığını düşünüyorum. Yanlış yorumla eksik yorum arasında, söz konusu olan “ideoloji” ise yanlış yorum lehine de bir fark olduğunu ara not olarak belirtmek zorunlu.
Gelinen nokta itibariyle –sosyalist ağabeylerinizin geldiği noktadan bahsediyorum- din, halkın olmakta ziyade sosyalistlerin afyonu olmuş durumda. Aforizmaya bir yanlış okuma notu da ben düşmek ve bir hipotezle bu yanlışımı taçlandırmak istiyorum “Din sosyalist aydınların afyonudur.” Yine yanlış bir soruyla devam edilebilir; hala “demokrasi” tanımı üzerinden siyaset yapanların ve “reel politik” olarak da tanımlayarak bu aşağılık ve geri duruşlarına meşruiyet kazandırmaya çalışanların olduğu; hala “kültür” üzerinden yalnızca siyaset/politika değil ideolojide kurgulamaya çalışarak sosyalistlikte pabucu kimseye kaptırmayanların olduğu bir çağda Felsefenin Sefaleti’nden önce Sefaletin Felsefesi’nin farkına varılması gerekmiyor mu? Ve fazlaca iyimser bir soru daha: Farklı başlangıçlarla bu “ideolojik” ve ahlaki çürümenin önü alınabilir mi. Ben bu bağlamda toptan bir reddedişten çok toptan bir yok edişin çok daha faydalı sonuçlara doğuracağını düşünüyorum.
din sosyalist aydınımızın afyonudur
Birkaç yıl öncesine göre göreceli bir “ilerlemeden” söz edilse bile demokrasi ve gerçekçi politika argümanlarının arkasına saklanılarak sergilenen duruş, gidişat denen şey dikkate alındığında aşağılık bir görüntünün sergilenmesini sağlamaktadır. “Sosyalist” aydın denen güruhun temel ideolojisinin sosyalizm değil pragmatizm olduğunu cesaretle dile getirip yüzleşelim bu gerçekle. Hatta “pragmatizm” tanımının da –ve jargonumuzda yer alan hiçbir hakaretin- durumu aslında açıklamaya yetmediğini söyleyip sergilenen tablo için bir izm arayışına girişelim:
Olmamışlık-olamamışlık söz konusu. Bir düşüklük ve bir düşkünlük söz konusu. Bu gerçekle yüzleşelim; yüzleşerek arınalım. Bu zorunluluğu cesaretle üstlenelim. Bu cesaret gösterilirse gerisi kuşkusuz daha kolay olacaktır, bundan emin olalım.
Hiç kuşkusuz bu mücadelede karşımıza “sosyalizmin her türden ideolojik silahı” ile çıkacaklardır. İşte yılmamamızı sağlayan da bu olmalı aslında. Strateji, taktik ve siyaset; bu yavşakistlerin zavallıca dillerine doladıkları kelimeler. Onları fetişe etmekten yüceltmekten ve tüm bir yaşamım boyunca sonuçları itibariyle düşündüğümde hep tiksindiğim kelimeyle “saygı duymaktan” vaz geçelim. Onların tamı tamına BU DÜNYANIN İNSANLARI olduğunu görelim. Bu dünya ile distopyamız arasında bir tercih yapalım; tercihim ikincide yana. Yola çıkışa gelince emin olun en kolay başlangıç onların reddedilmeleriyle başlıyor.
Kendime konferanslarda daha öncede dile getirdiğimi anımsıyorum, ilk söz edişimden, neredeyse bundan 15 yıl önce: “İslami faşizm” tanımını… Her dile getirişimde çevremde var olan “büyük düşünür ve siyaset adamlarının” buna şiddetle karşı çıktıklarını da anımsıyorum. Kabul edersiniz ki bu karşı çıkış yalnızca kendine konferans verme hacminde olan benim gibi birisinin baş edemeyeceği ideolojik argümanlarla destekleniyor, savım yerden yere vuruluyordu. Neredeyse! Bu sav o gün olduğu gibi bugünde tartışılabilir, ne diyebilirim ki. Benim sorunum, sorun dışarıdan aymazlık gibi görünen çeşit çeşit pragmatizmin bir kez daha örneklenmesi üzerine.
Ama ısrarla tekrarlamaktan ve savunmaktan geri durmayacağım bir mevzuu da var; o da Türkiye –ve belki de dünya- solunun “din” ile olan mesafesini tanımlayamamış ve din ile olan “ilişkisini” bu dünya ya ait “halk” “demokrasi” gibi kavramların arkasına sığınarak ya da orada mevzilenerek kesememiş (belki de kesmemiş=pragmatizm) olduğu gerçeğidir. İşte tamı tamına onun içindir ki bu sol bırakıldığı yerde otlar haldedir. Bu durumu realize eden meşrulaştıran yüzlerce, binlerce derin kitap, derin analiz bulabilirsiniz. Ancak bu türden bir meşruiyet durumunun bu dünya algısı ile örtüştüğünü de kabul etmeniz gerekir.
Tezimizi safça tekrarlayarak devam edelim; din sosyalist aydınlarımızın afyonudur, çünkü onlar Sefaletin Felsefesinden bi haber Felsefenin Sefaletini ezber etmekle yükümlü kılınmışlardır.
keşke…
Keşke bu kadar kolay olsa; bu kadar net görülebilse. Tedavisi kolay olurdu. Ancak sorun çok daha basit ve onun içinden çıkılamazlığı bu basitliğinden kaynaklanıyor. O halde kendim ile kısmen çelişkiye düşmek pahasına da olsa konferansıma devam edeyim.
Sosyalistlerimizin din kurumu ve din siyaseti ile olan ilişkisini, onların “dinci kurumlarla” olan ilişkisini salt pragmatik bir ilişkiye indirgemek, sorunun çözüm yollarının ulaşılabilirliliğini görünür kılar. Ancak sorunun çözümünün bu kadar kolay olmayacağını görmek, nedenini anlayamadığımız için bu bağlamda dışa vuramadığımız karamsarlığımızın derinleşmesine neden olur. Kanımca asıl sorun sosyalistlerin ateist olmamaları ya da olamamalarıdır. Bu durum temel bir genetik kodlanmışlık meselesi olarak karşımızda durmakta ne var ki ısrarlı ve dikkatli bir şekilde görmezden gelinmekte konuşulmamakta konuşulamamaktadır. Gizli inanmışlıklarını sürdüren dinli sosyalistlerin dinle olan ilişkilerini kendilerince sağlıklı bir şekilde sürdürmelerini sağlayan unsurlardan birisi de neden bu olmasın. Sosyalist yazında dinle olan ilişkinin ya da dinsel ideoloji eleştirilerin çoklukla siyasi kurgu üzerinden sürdürülmesinin bir nedeni de bu olamaz mı? Diye düşünüyorum! Sosyalistler için bu bağlamda başlangıcı ateizmle ya da dinle yapacakları bireysel yüzleşme, bireysel hesaplaşma oluşturacaktır. Hiç kuşkunuz olmasın ki bir küçük burjuva bu türden hesaplaşma ve yüzleşmeyi kendi sınıfının kolaycılığı açısından sınıf olmadığını iddia eden bir sınıf olarak sosyalistlerden daha kolay bir biçimde yapar. Çünkü “mülksüzün” cesareti buna muktedirdir.
Bu da “sosyalistlerin” daha çok “işi” olduğu anlamına da gelir. Bu diğer taraftan bir devrimin devrim........
© Nokta Haber Yorum
