menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye Kıbrıs'ta "İşgalci Güç" mü!?

7 0
25.04.2025
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan'ın,

BM Güvenlik Konseyi'nin 541 ve 550 sayılı kararlarını onaylayarak

Türkiye'yi Kıbrıs'ta "işgalci güç" olarak tanıdığı iddiası dikkatle değerlendirilmeli.

1983 ve 1984’teki bu kararlar; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) ilanını kınar,

devletlerin bunu tanımamasını ister,

Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tek meşru hükümet olarak tanır.

Ancak, bu kararlar Türkiye'yi açıkça "işgalci güç" olarak nitelendirmez,

Sadece 1974 müdahalesi sonrası Türk askeri varlığını eleştirir.

Son bilgiler, bu dört ülkenin 3-4 Nisan 2025'te Özbekistan'daki AB-Orta Asya Zirvesi'nde,

AB ile yapılan anlaşma kapsamında 541 ve 550 sayılı kararları desteklediğini gösteriyor.

Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne büyükelçi atamaları gibi adımlarla birlikte,

Bazılarınca Türkiye'nin rolünü eleştiren bir tavır olarak yorumlanıyor.

Ancak, bu ülkelerin Türkiye'yi resmen "işgalci güç" olarak adlandırdığına dair somut bir kanıt yok.

Böyle bir ifade, özellikle Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi

Bu devletler için ciddi bir diplomatik değişim olurdu.
X gibi platformlarda bu durum, "ihanet" veya "büyük bir politika değişikliği" olarak abartılıyor.

Bu tepkiler, Kıbrıs meselesi ve Türkiye'nin Türk dünyasıyla ilişkileri

Etrafındaki hassasiyetlerden kaynaklanıyor olabilir.

Ülkelerin bu adımı, AB ile ekonomik ve stratejik bağları güçlendirme hedefiyle atılmış
Pragmatik bir hamle gibi görünüyor, doğrudan Türkiye'ye bir kınama değil.

Türkiye'nin iki devletli çözüm önerisi bu tür adımlarla zorlanabilir,

Ancak bazılarının iddia ettiği gibi "tarihi bir çöküş" abartılı bir yorum.
Bu ülkelerden "işgalci güç" ifadesini açıkça kullanan bir resmi açıklama olmadıkça, iddia yanıltıcı olabilir.

Muhtemelen bu devletler, AB beklentileriyle Türkiye'yle ilişkiler arasında denge kurmaya çalışıyor.

Ankara'nın sessizliği, gerilimi tırmandırmamak için diplomatik bir çaba olabilir.
Kıbrıs meselesinin karmaşıklığı burada bir kez daha ortaya çıkıyor.

Her zaman birincil kaynaklara -karar metinlerine, resmi açıklamalara veya zirve bildirgelerine- bakarak

Gerçeği kendiniz sorgulayın.

Türkiye'nin bu duruma diplomatik cevabı, hem Türk dünyasıyla bağlarını koruma

Hem de uluslararası arenada pozisyonunu savunma arasında ince bir denge kurmasını gerektirir.

Olası adımlar şunlar olabilir:

1. Sessiz Diplomasi:

Türkiye, kamuoyu önünde sert tepki vermek yerine,

Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’la ikili görüşmelerle durumu netleştirebilir.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) çerçevesinde bu ülkelerle diyalog kurarak,

Kararlarının AB ile ilişkilerden kaynaklanan pragmatik bir adım olduğu teyit edilirse, gerilim düşürülebilir.
2. Kıbrıs Politikasında Israr:

Türkiye, Kıbrıs'ta iki devletli çözüm tezini daha güçlü şekilde savunabilir.

BM ve AB nezdinde, 541 ve 550 sayılı kararların günümüz gerçeklerine uymadığını,

KKTC’nin tanınması gerektiğini vurgulayan bir kampanya yürütebilir.
3. Ekonomik ve Kültürel Bağları Güçlendirme:

Türk dünyasıyla ekonomik işbirliğini (örneğin, enerji, ticaret, altyapı projeleri) ve kültürel bağları artırarak

Bu ülkelerin Türkiye'ye yakın durmasını sağlayabilir.

Orta Asya'daki yatırımlar ve TDT'nin rolü bu bağlamda öne çıkabilir.
4. AB’ye Mesaj:

Türkiye, AB'nin Orta Asya ülkelerini bu kararlara yönlendirmesini,

"Kıbrıs meselesinde tarafgir bir tutum" olarak eleştirebilir.

AB ile müzakerelerde bu konuyu gündeme getirerek diplomatik baskı oluşturabilir.
5. Sınırlı Retorik:

Eğer bu ülkeler "işgalci güç" ifadesini resmen kullanmadıysa,

Türkiye kamuoyunda hassasiyet yaratacak sert açıklamalardan kaçınarak,

Durumu "yanlış anlaşılma" olarak çerçeveleyebilir.

Türkiye muhtemel ilk etapta sessiz diplomasiyi tercih eder,

Zira Türk dünyasıyla bağlar stratejik açıdan kritik.

Ancak, eğer bu ülkeler açıkça Türkiye'yi suçlayıcı bir tavır alırsa,

Ankara daha net bir karşılık verebilir, mesela TDT içinde bu konuyu gündeme taşıyarak.

Sert bir çıkış, iç kamuoyunda destek görse de, Orta Asya'daki nüfuzunu riske atabilir.

Türkiye'nin hamlesi, bu ülkelerin niyetini ve AB'nin etkisini tarttıktan sonra şekillenecektir.

Türkiye için en etkili adım,

"Sessiz diplomasi" ile "ekonomik ve kültürel bağları güçlendirme"nin kombinasyonu olur.

Sessiz diplomasi, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan'la

Doğrudan iletişim kurarak niyetlerini anlamayı ve yanlış anlaşılmaları gidermeyi sağlar.

Bu, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) gibi platformlarda gerilimi tırmandırmadan yapılabilir.

Aynı zamanda, ekonomik yatırımlar ve kültürel işbirliği (ticaret anlaşmaları, eğitim programları, altyapı projeleri)

Bu ülkelerin Türkiye'ye yakınlığını pekiştirir, böylece AB baskısına rağmen stratejik ortaklık korunur.

Bu yaklaşım, sert retorik veya AB'ye doğrudan rest çekmekten daha az riskli.

Sert çıkışlar iç kamuoyunda alkışlansa da, Türk dünyasıyla ilişkilerde uzun vadeli zarar verebilir.

Kıbrıs politikasında ısrar ise önemli, ancak bu bağlamda destekleyici bir rol oynar;

Asıl odak, Orta Asya'daki bağları sıkı tutmak olmalı.

Sessiz diplomasi ve ekonomik-kültürel bağları güçlendirme yaklaşımı,

Türkiye'nin bölgesel etkisini uzun vadede olumlu şekilde şekillendirebilir.

Türk dünyasıyla (özellikle Orta Asya'daki Türk devletleriyle) stratejik ortaklığı korurken,

Türkiye'nin Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) içindeki lider konumunu pekiştirir.

Ekonomik yatırımlar (enerji, altyapı, ticaret) ve kültürel projeler (eğitim, medya işbirliği),

Bu ülkelerin Türkiye'ye bağımlılığını artırarak AB gibi dış aktörlerin etkisini dengeleyebilir.
Bu yaklaşım, Türkiye'yi sert güç yerine yumuşak güçle hareket eden,

Uzlaşmacı ama kararlı bir aktör olarak konumlandırır.

Orta Asya'da nüfuzunu sürdürmek, Türkiye'nin Avrasya'daki jeopolitik ağırlığını artırır,

Rusya-Çin gibi güçlere karşı denge sağlar.

Ayrıca, Kıbrıs........

© ngazete