Uç Koca Kartal Dağların Koynunda Koynunda...
Gazetecilikte 30 yılı geride bıraktığım şu günlerde iki yazı vardı aklımda...
Biri, yazmak istemediğim, “ne kadar geç olursa o kadar iyi” dediğim, hatta yazmaktan korktuğum bir yazıydı.
Diğeri ise yazmak için can attığım, yazacağım günü sabırsızlıkla beklediğim...
***
Ne yazık ki önce istemediğim, “geç olsun/hiç olmasın” dediğim yazıyı yazmam gerekti.
Neden mi bu yazıyı yazmaktan korkuyordum?
Çünkü, ne “Baba! Her yılbaşında/ sana söyleyecek bir tek/ sözüm var:/ ‘seni ne kadar çok seversem/ o kadar çok olsun ömründen geçen yıllar...’/
Ne zulüm ne ölüm ne korku başımı eğemez! /Yalnız senin elini öpmek için eğilir başım/ Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...” diyen Nazım Hikmet gibi kelimelerin efendisiydim...
Ne Can Yücel gibi “Hayatta ben en çok babamı sevdim/ Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk/ Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-/ Nasıl koşarsa ardından bir devin/ O çapkın babamı ben öyle sevdim…” diyecek kadar cesurdum.
Ne de o gün gelip çattığında yaşadığı acıyı Cemal Süreya gibi “Sizin hiç babanız öldü mü? /Benim bir kere öldü, kör oldum/Yıkadılar aldılar götürdüler/Babamdan ummazdım bunu, kör oldum” dizeleriyle ifade edebilecek kadar yetenekliydim.
Dedim ya...
Korktuğum sonunda başıma geldi ve ne yazacağımı bilemedim.
Yaşadığım duyguyu, acıyı derinden hissetsem de doğru sözcükleri bulup ifade etmekte zorlandım. Adeta elim........
© Nefes
