Kuzey Kıbrıs kaderine yön veriyor
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 19 Ekim’de sandık başına giderken yalnızca yeni bir cumhurbaşkanı seçmeyecek; aynı zamanda kendi geleceğinin yönünü de belirleyecek. Bu seçim, kişisel rekabetlerin ötesinde, bir halkın tanınmakla var olmak arasında sıkışmış kimlik mücadelesinin yeni bir perdesi.
2020’nin gölgesinde bir seçim
Dört yıl önceki tartışmalı seçim hâlâ adanın atmosferinde hissediliyor. O dönemde Ersin Tatar’ın, Ankara’nın açık desteğiyle elde ettiği zafer, Kıbrıs müzakerelerinde paradigma değişikliğini başlatmıştı.
“Federasyon öldü, yaşasın iki devletli çözüm” sloganı, bir anda Kuzey’in yeni normu haline geldi.
Ne var ki Kıbrıs’ta “son nokta” diye ilan edilen hiçbir şey gerçekten bitmez. 1980’lerde Denktaş’ın, 1990’larda Ankara’nın, 2000’lerde diplomatların aynı sözü söylediği defalarca görüldü. Her seferinde aynı hikâye yeniden başladı; çünkü bu ada, değişmez sanılsa da hiç durmadan evrilir — sadece manşetler sabit kalır.
Ankara’nın gölgesi
2025 seçim atmosferi, bu defa daha da yoğun. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz üç ayda üç kez geldi; Gaziantep ve Hatay’dan belediye başkanları, göçmen köylerinde Tatar lehine mitingler düzenledi. Türkiye medyası seçimi adeta kendi yerel seçimlerinden biri gibi takip ediyor.
Resmî söylem “kim kazanırsa onunla çalışacağız” diyor ama sahada destek yönü belli.
Kıbrıslı Türk seçmen, Ankara’nın müdahil oluşuna kızsa da onsuz olamayacağını biliyor. Su, elektrik, yakıt, bütçe, üniversite sistemi… Tümü bir şekilde Türkiye’ye bağlı.
Asıl rahatsızlık bu bağlılıktan değil, ilişkilerde “devletten devlete” seviyesinin yakalanamasından, Türkye’nin Kıbrıs Türkleri açısından yaşamsal öneminin bazen çok abartılması bazen de görmezden gelinmesinden kaynaklanıyor.
Son röportajımda Ersin Tatar bu durumu şöyle savundu:
“Biz kimsenin uydusu değiliz. Kıbrıs Türk Devleti’yiz; garantörümüzle eşit ortaklık içindeyiz.”
Ancak bu “eşitlik” ifadesi, Kuzey Kıbrıs siyasetinde hâlâ ideal düzeyde bir temenniden öteye geçemiyor.
Tatar’ın çizgisi: Tanınmak için direnç
Tatar’ın kampanyası değişim değil, meşruiyetin pekiştirilmesi üzerine kurulu.
“3D” sloganı — doğrudan uçuş, doğrudan ticaret, doğrudan temas — bir tür siyasal dua gibi tekrarlanıyor. Henüz hiçbiri gerçekleşmemiş olsa da bu üç kelime hareket hissi yaratıyor.
Tatar, federasyon fikrine karşı açık. “Rum’un vesayetine dönüş” olarak gördüğü bu modeli reddediyor ve “egemen eşitlik zaten fiilen var, tescil edilmeli” diyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu tutumu şöyle özetliyor:
“Bizim için federasyon defteri kapanmıştır. Gerçekçi çözüm, iki devletin varlığının kabulüdür.”
Rum basını bu söylemi “ayrılıkçılık” olarak tanımlasa da aslında bu yaklaşım yorgunluğun politik versiyonu.
Kıbrıslı Türkler için “iki devlet” söylemi, yeni bir hayal değil, bitmeyen müzakerelere duyulan sabrın sonu.
2004’te Annan Planı’na “evet” dediklerinde izolasyonla “ödüllendirildiler”; 2017 Crans-Montana görüşmeleri yine Rum vetosuyla kapandı. Bu yüzden Tatar’ın “dayanıklılıkla tanınma” formülü, bir teslimiyet değil, “sabır diplomasisi” olarak görülüyor.
Erhürman’ın teklifi: Uzlaşıyla onarım
Rakibi Tufan Erhürman ise hukuk kökenli, sakin ama derin bir liderlik tarzına sahip. Onun vizyonu, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı federasyon. Ancak bunu klasik anlamda değil, aşamalı, sonuç odaklı ve esnek bir yapı olarak tanımlıyor.
Kendisiyle yaptığım görüşmede, federasyonu bir dogma değil, işleyen bir mekanizma olarak tanımladı:
“Adına ne derseniz deyin — iş birliği, ortaklık, fonksiyonel........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon