Kıbrıs’ta tanınmadan birlikte yaşamak mümkün mü?
Yarım yüzyılı aşkın süredir çözülemeyen Kıbrıs meselesinde belki de artık çözüm modelleri değil, güven inşası konuşulmalı. Federasyon hayalinin tükendiği, iki devletli çözümün tanınma duvarına çarptığı bu dönemde, yeni bir yol mümkün mü?
Yusuf Kanlı
Kıbrıs meselesi, neredeyse 60 yıldır dünya diplomasi literatürünün kronik sorunlar başlığı altında yer alıyor. Tarafların onlarca kez masaya oturmasına, Birleşmiş Milletler’in (BM) sayısız girişimine rağmen, çözüm her defasında ya “karşı tarafın uzlaşmazlığı” gerekçesiyle ya da uluslararası dengeler nedeniyle ertelendi, ertelendikçe daha da çözülemez hâle geldi.
Bugün geldiğimiz noktada artık sadece çözüm modelleri değil, bu modellerin halklar üzerindeki etkisi, güven üretme kapasiteleri ve gerçekçilik düzeyi de sorgulanıyor. Kıbrıs’ta diplomasi bir çark gibi dönüyor ama aynı yerde kalıyor.
Geçen hafta bir grup gazeteci ile birlikte Kıbrısta idim. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve ana muhalefetteki Cuöhuriyetci Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ın yanı sıra, önceki görüşmeci ve dışişleri bakanlarından Halkın Partisi (HP) lideri Kudret Özersay, parti kurma hazırlıkları içerisindeki Serdar Denktaş, önceki görüşmeci Ergün Olgun, PRIO Kıbrıs direktörlerinden Mete Hatay ve sendikacılar ile kapsamlı görüşmeler, bir ufuk turu yaptık.
Kıbrıs’ta çözüm iki temel kutup etrafında sıkışmış durumda: Federasyon ve iki devletli çözüm. Uniter devlet beklentileriyle federasyon modelini hâlâ güçlü biçimde savunan taraf Rum yönetimi. Ancak bu model, 1960 ortaklık devletinin 1963’te çökmesiyle fiilen kadük olmuş bir sistemin yeniden inşası gibi algılanıyor. Kıbrıslı Türkler için federasyon; ortaklık değil, entegrasyon tehdidi anlamına geliyor.
Diğer uçta yer alan iki devletli çözüm modeli ise, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Türkiye tarafından savunuluyor. Ancak bu öneri, uluslararası hukuk açısından ciddi engellere takılıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları, KKTC’yi tanımıyor. Bu kararlar bağlayıcı nitelikte değil tavsiye niteliğinde olsalar da iki devletli çözüm, içeride güçlü bir irade olarak görünse de dış dünyada henüz bir muhatap bulmuş değil.
Kıbrıs Türk toplumu, yarım yüzyıldır diplomatik ambargo, ekonomik izolasyon ve uluslararası görmezden gelinmeyle mücadele ediyor. Buna rağmen kendi kurumlarını kurmuş, seçimlerini yapmış, üniversitelerini açmış, kültürel yaşamını sürdüren bir toplumdan bahsediyoruz.
Ancak tanınmama hali, sadece dış ilişkilerde değil, iç siyasette de ciddi bir özgüven kaybı yaratıyor. “Dünyada bir devletiz ama kimse bizi saymıyor” duygusu, özellikle genç kuşakta umutsuzluk ve göç eğilimi olarak yansıyor. Bu noktada sadece çözüm formüllerini değil, toplumsal direnç mekanizmalarını da tartışmak gerekiyor.
Halkın Partisi lideri Kudret Özersay’ın önerdiği “işbirliği modeli” tam da bu noktada öne çıkıyor. Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası, Fransa ile Almanya arasındaki kanlı geçmişin küllerinden barışın nasıl kurulduğunu hatırlayalım. 1951’de kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), bu iki ülkenin en kritik ekonomik kaynaklarını ortak bir yapıda yönetmesini sağladı. Savaş alanı olan kömür ve çelik, barışın ham maddesi hâline geldi.
Kıbrıs’ta da benzer bir ilke neden hayata geçirilmesin? Enerji, sağlık, çevre, kültürel miras, doğal afetlerle mücadele gibi alanlarda kurulacak ortak teknik komiteler, tarafların birbirini tanımasına gerek kalmadan iş birliği yapmasını sağlayabilir.
Bu modelde önemli olan, süreç odaklı düşünmek. Barış bir sonuç değil, bir inşa sürecidir. Ve bu süreç, her adımda toplumların birlikte yaşama becerilerini artırarak ilerler.
CTP Genel Başkanı Tufan........
© Muhalif
