Cenaze Töreninde Ülkenin Nabzı - Teleften Mektuba, CHP’nin Cevabı
Sırrı Süreyya Önder hayatını kaybetti. Sevenlerine, dostlarına, yol arkadaşlarına ve bu ülkedeki barış umuduna başsağlığı dilemekle başlamak gerek.
Önder’in hayatı sade ama katmanlı olarak tarif edilebilir belki. Kimilerince yer yer çelişkili ama tutarlı… Halkın içinden, aynı zamanda siyasetin merkezinde… Herkesin tek bir tanımlamaya sığdırabileceği biri değildi. Sınıfsal belleğini kaybetmeden kürsülere çıkan ender figürlerden biriydi.
Türkmen’di. Ama birçok kişi onu Kürt zannetti. O ise bu topraklarda kendini “Türkiyeli” olarak konumladı. Etnik kimliklerin, ideolojik kalıpların ötesinde bir dille konuşmaya çalıştı. Barış süreci gibi dikenli bir yolda, kendi üslubunca yürüdü ve öyle ya da böyle ciddi bir emek verdi. Herkesin onayladığı değil belki ama çoğu kişiye bir şekilde dokunan cümleler kurmayı başardı.
Kamyon şoförlüğünden sinema senaristliğine, lastik tamirciliğinden Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne, oradan cezaevi koğuşlarına, meclis kürsüsüne uzanan bir yaşam… Hayatın birçok yerinde izi olan, birçok insanda iz bırakan bir kişi. Entelektüel desen entelektüel, halk adamı desen halk adamı…
Meclise getirdiği mizah ve nükte dili, bazılarına göre hafif, bazılarına göre iyileştiriciydi. Ama herkesin kabul ettiği bir gerçek vardı: Sırrı Süreyya, o ciddi ve donuk meclis atmosferinde farklı bir tınıydı. Onu sevmek zorunda değildiniz; ama yokluğunu fark etmemek de kolay değil artık.
Vasiyeti üzerine cenaze namazını İhsan Eliaçık kıldırdı. Bu tercih bile onun düşünce dünyasına dair ipuçları taşıyor. Biçimlerden çok içeriklerle ilgilenen, inancı özgürlükle birlikte düşünen bir bakışın izlerini… Bir türküyle uğurlandı: Allı Turnam. Kızı dinletti… Bir kız çocuğunun babasına ettiği en acı veda… Bir halk türküsüyle uğurlanmak, gürültüsüz ve sahici.
“Bütün dünya dedikleri bir kefen alıp gitmek değil midir?” demişti. Belki gerçekten de o kadardı. Ama o sade cümlelerin ardından kalan etki, çok daha fazlası oldu…
Nurlar içinde yatsın.
***
Sırrı Süreyya Önder’in cenazesinde Özgür Özel’e atılan sarsıcı yumruk olayında saldırganın kimliği daha da sarsıcıydı; iki çocuğunu öldürmüş bir adam. 2004’te mahkûm olmuş, 2020’de afla serbest kalmış. İki evladı öldürmenin karşılığı olan 16 yılın ardından yeniden aramıza karışmış!
Bu olay sadece bir kişinin “öfkesiyle” açıklanamaz. Ceza infaz düzeni, pek çok noktada şiddeti tanımıyor; onun nasıl şekil değiştirdiğini, nasıl maskelendiğini göremiyor. Şiddeti rehabilite etmek yerine salıveriyor. Özgür bireyin değil, “potansiyel failin” güvenliğini esas alıyor.
Aynı sistemde, gençler yalnızca slogan attıkları için aylarca içeride tutulabiliyor. Yani bu ülkede söz, şiddetten daha büyük suç gibi muamele görüyor. İşte burada da akıl tutulması başlıyor.
Bu insanlar nasıl salınıyor? Kim karar veriyor? Hangi psikolojik değerlendirmeden geçiyorlar? Toplumla yeniden temas kurmaya uygunlar mı?
Af yasaları gece yarıları hazırlanıyor, torbaların içine katiller, tecavüzcüler, gaspçılar karışıyor. Toplumu koruyacak refleksler, siyasi konjonktürün alt başlıklarına dönüşüyor.
Toplum, yanından bile geçmemesi gereken insanlarla aynı hayatı paylaşmak zorunda kalıyor ve kendini koruyamayan bir adaletin yükünü sırtlanıyor.
Yumruğun Gölgesi
Saldırgan, 105 dakika boyunca tören alanında dolaşıyor. Sadece korumalar değil, partinin önde gelen isimleri de orada: grup başkanvekilleri, genel başkan yardımcıları… Ama kimse bir şey hissetmiyor. Bazı şeyler sadece gözle değil, sezgiyle anlaşılır. Özellikle bu coğrafyada.
Siyasette görünmek önemlidir. Ama bazen öyle anlar olur ki, görünmekle korumak arasında bir seçim yapılması gerekir. Fotoğrafın önüne geçmek mi, tehlikenin önüne geçmek mi? Bu sorunun yanıtı, sadece bir refleksin değil, bir kültürün işaretidir.
Bu coğrafyada siyasetçi tehdit altında yaşamayı göze alarak yola çıkar. Hele ki ana muhalefet lideriyseniz… Hele ki toplumun sinir uçlarına dokunan bir dönemdeyseniz… Elbette her şeyi öngörmek mümkün değildir. Ancak kendinizi korumayı ciddiye almak, sadece bireysel bir güvenlik meselesi değil; temsil ettiğiniz kitlenin güvenlik talebine duyduğunuz saygıdır aynı zamanda.
Bazen bir yumruk, sadece bir elin değil, bir zihniyetin boşluğuna denk gelir. Kimi anlar vardır ki, bir refleksin eksikliği sadece kişisel değil, yapısal bir zayıflığı ele verir. Bir liderin çevresindeki dikkat dağınıklığı, toplumun gözündeki güveni de zedeler. Bu topraklar, kendini ait hissettiği insanı tanımakta gecikmez. Aradığı şey sadece siyaset değil, aynı zamanda sezgi, cesaret, sahiciliktir. Beyefendilik elbette değerlidir; ama eğer bir yumrukla sınanıyorsa, o zaman yalnızca zarafetin değil, dikkatin, öngörünün ve duruşun da sorgulanması gerekir. Çünkü bazen eksik olan tek şey bir bakış, bir sezgi, bir adım ötede durabilme hâlidir.
***
Saldırının ardından Özgür Özel’in yaptığı açıklama, kullandığı dil, tonu, krizi soğutma ve dengeyi koruma çabası bir yandan olumlu olarak değerlendirilirken bir yandan da doğal olarak eleştirildi.
Özel’in terörsüz Türkiye’yi sağduyulu bir biçimde vurgulaması “oyuna gelmemek” olarak yorumlandı ve genel olarak CHP'nin yeni dönemde daha devlet sorumluluğu taşıyan bir çizgiye doğru ilerlediğinin göstergesi olarak........
© Muhalif
