menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

23 Mart Ön Seçimine Doğru Şaibeler, İç Çatışmalar ve Yönetsel Krizlerle Bir CHP Panoraması

16 0
14.02.2025

Bu yazıyı, geçmişten bugüne yaşananları ve dünü belgelemek, bu döneme ve yaşananlara bir şerh düşmek amacıyla kaleme alıyorum. Bu yazı, gelecekteki yorumlar ve değerlendirmeler için bir kaynak teşkil edecek şekilde, olayların ve gelişmelerin arka planını aydınlatmayı hedeflemektedir.

Erdoğan’ın, “Şaibeli bir kurultayla Bay Kemal’i partiden tehcir ettiler” ifadesi üzerine başlayan şaibe tartışması… İl kongrelerinde ve pek çok başka yerde, defaatle, CHP'nin son kurultayını "şaibeli" olarak nitelendirmesi ve bu iddiaya Kılıçdaroğlu’nun, KRT’de konuk olduğu programda verdiği cevap…

Aslında olay, 4-5 Kasım 2023 tarihinde gerçekleşen CHP’nin 38. Kurultayında delegelere para dağıtıldığı, siyasi rüşvet verildiği iddiasının, CHP eski Muş Gençlik Kolları Başkanı Erkan Çakır ile CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ı karşı karşıya getirmesiyle başlamış. Çakır’ın gündeme getirdiği iddialarla ilgili olarak Yeşiltaş, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulunmuş. Bursa Savcılığı da yetkisizlik kararıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiş. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise Ocak 2024’te soruşturma başlatmış.

Son CHP kurultayında, para, nüfuz, siyasi ikbal ve daha başka rüşvet olarak nitelendirilebilecek vaatler karşılığında, aynı zamanda Kapalı Çarşı’daki döviz büroları açılarak doğrudan para da dağıtılmak suretiyle delegelerin konsolide edildiğine, fikirlerinin değişmesinin sağlandığına yönelik iddialar çok ciddi. Beşiktaş ve Kartal belediye başkanlarının, Iğdır, Muş, Diyarbakır gibi güneydoğu illerindeki ve İstanbul’daki pek çok kurultay delegesinin bu sürece dahil olduğu söyleniyor.

Kurultayda siyasi imtiyaz pazarlığına girmekle suçlanan Nihat Yeşiltaş’ın pazarlık kapsamında para aldığı ve oğlunu İBB Kültür Daire Başkanlığı'nda Etkinliklerden Sorumlu Personel olarak işe aldırdığı da öne sürülüyor…

Neticede para dağıtılma olayının mahkemeye ilk yansıması bu şekilde oluyor.

O soruşturma devam ederken Erdoğan da konuyu sağda solda anlatmaya, ifşa etmeye başlıyor.

Erdoğan'ın şaibe iddialarını gündeme getirmesi üzerine, Kılıçdaroğlu'nun "Şu anki CHP genel başkanının Erdoğan'dan bu iddiaların açıklamasını talep etmesi gerekiyor" şeklindeki yanıtı ise son derece haklı ve düşündürücü. Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın bu ciddi suçlamaları belgelemesi gerektiğini vurgulayarak, muhatapların doğrudan ondan somut açıklamalar ve kanıtlar istemesi gerektiğini belirtiyor.

Neticede Erdoğan’ın burada hedefi mevcut genel başkan Özgür Özel’dir, onu alenen şaibeyle başkanlık koltuğuna oturmakla suçlamaktadır. Üstelik bunu ısrarla, defaaten söylemektedir. Doğal olarak burada cevap vermesi gereken kişi CHP yönetimi ve genel başkanıdır.

Kılıçdaroğlu, eğer cevap verilmiyorsa sükut ikrardan gelir, diye de ekliyor…

Eski CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi de benzer açıklamalarda bulunuyor:

“Erdoğan’ın her dediğine cevap vermek onun gündeminin peşine takılmaktır. Bunu ben de doğru bulmam. Ancak sürekli olarak delegelerimizin iradesine gölge düşürmeyi amaçlayan bu ifadelere sert bir karşılık verip konuyu kapatmak lazımken bu yapılmıyor. Erdoğan’ın bugüne kadar partimizle ilgili ettiği ağır sözler, hakaretler en sert şekilde karşılığını bulmuştu. Benim söylediğim artık süreklilik arz eden bu iddialar karşısında suskun kalınmamasıdır. Susmak benim kabullenebileceğim bir şey değildir…”

Bu sırada Akif Hamzaçebi ve Kılıçdaroğlu, tanık olarak savcılığa ifadeye çağrılıyorlar. Savcının muhtemelen soracağı soru, oy kullanımında para karşılığı işlem yapılıp yapılmadığı ve bu konuda ellerinde herhangi bir belge olup olmadığı olacak. Peki rüşvetin belgesi olur mu?

Kılıçdaroğlu'nun avukatı Celal Çelik, Kılıçdaroğlu'nun ifade vermeye gitmeyeceğini açıkladı; çünkü bu mesele Kılıçdaroğlu'nu doğrudan ilgilendiren bir konu değil. KRT’deki programda da Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın CHP kurultayı hakkındaki, sayısı (şimdilik) 5’i bulan şaibe iddialarına CHP Genel Merkezi'nin yanıt vermesi gerektiğini belirtmişti. Bu durum, sorumluluğun doğrudan iddia sahibi olan Erdoğan'a yüklenmesi gerektiğini gösteriyor ve iddia sahibinin, iddialarını ispatlama yükümlülüğüne işaret ediyor. Bu, Erdoğan'ın iddialarını belgelemek zorunda olduğunu ve sadece suçlamalarla siyasi süreci yönlendiremeyeceğini vurguluyor.

Bu sırada, Kılıçdaroğlu hem parti içinden hem de dışından yoğun eleştirilere maruz kalıyor. Eleştiriler, özellikle onun partiyi kamuoyu önünde zor duruma düşürdüğü yönünde yoğunlaşıyor. Ancak, şaibe iddialarını sürekli olarak gündeme getiren ve bu konuda ısrar eden Erdoğan iken, sanki bu iddiaları ilk kez ortaya atan ve tekrarlayan Kılıçdaroğlu gibi bir algı yaratılıyor. Adeta olay Kılıçdaroğlu’nun “üzerine yıkılmaya” çalışılıyor. Bu durum, gerçek sorumlunun göz ardı edilmesine ve yanlış bir suçlamayla Kılıçdaroğlu'nun hedef haline getirilmesine neden oluyor.

CHP genel merkezinde, Kılıçdaroğlu'nun partiyi küçük düşürdüğü yönünde bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Ancak, Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlıktan ayrıldıktan sonraki faaliyetlerine bakıldığında, onun partiyi yönlendirmede yol gösterici ve uyarıcı bir rol üstlendiği açıkça görülüyor. Kılıçdaroğlu, partinin zarar görmesine neden olacak herhangi bir eylemde bulunmamış, aksine bu konuda özellikle son derece titiz, duyarlı ve sorumlu davranmıştır.

Erdoğan'ın şaibe çıkışı açıkça bir siyasi manevradır. Bu strateji elbette ki rakip partiyi zayıflatmayı, iç dinamiklerine sızmayı ve mevcut bölünmeleri daha da derinleştirmeyi hedefliyor. Bu olay, muhalefet içindeki karışıklık ve bölünmüşlüğün iktidarın eline nasıl arka arkaya koz verdiğini göstermesi açısından dikkat çekici. Aynı zamanda tüm bu olup bitenlerin toplum nezdinde yarattığı güvensizliği ve Türk siyasetinin yapıcı bir diyalog aracı olma işlevinin ne kadar uzağına düştüğünün de kanıtı niteliğinde.

Erdoğan’ın iddiası boş bir söylem mi, yoksa CHP’nin kendi içinden gelen eleştirilerle şekillenen bir gerçekliğe mi dayanıyor? İmamoğlu’nun delegeleri etkilemek için belediye olanaklarını kullandığı, siyasi ittifakları para ve güç ekseninde kurduğu iddiaları, CHP içinde de dillendiriliyor. Bu tartışma, sadece bir siyasi manevra meselesi değil, demokrasi ve etik ilkeler açısından daha derin bir sorgulamayı gerektiriyor.

Eğer kurultay delegeleri siyasi güç dengeleri ve ekonomik imkanlar doğrultusunda taraf değiştirdiyse, bu durum sadece "siyasi strateji" olarak adlandırılamaz; bu, açıkça manipülasyon ve etik dışı bir harekettir. Bu şekilde işleyen bir muhalefet partisinin iç dinamikleri, partinin iktidarı eleştirme konusundaki samimiyetini ciddi şekilde sorgulatır. Bu durum, partinin temel değerlerine ve politik dürüstlüğüne gölge düşürür.

Kurultayda olup bitenler ve ortaya atılan şaibe meseleleri, CHP’de bir süredir yaşananların son halkası aslında. Bu sürecin kökleri mahalle delegeleri seçimlerine kadar uzanıyor. Bu ilk seviyeden itibaren müdahalelerin başladığı, parti içinde, farklı düşünenler aforoz edilir, önleri bir şekilde kesilirken, benzer düşünenlerin, çeşitli imkanlar sağlanarak makam, rütbe, mevkii ve doğrudan para verilerek desteklendiği ileri sürülüyor. Bu durum, CHP'nin sol sosyal demokrat kimliğinden uzaklaşmasına ve parti içinde fırsatçı bir kuşağın yükselişine yol açıyor. Bu süreç, partinin temel değerlerinden sapmasına ve iç dinamiklerinin değişmesine neden oluyor…

Eğer tüm bunlar gerçekten olduysa, ortada sadece "bir kazanan" ve "bir kaybeden" yok; ortada siyaset kurumu adına daha büyük bir kayıp var demektir. Seçim süreçlerinin demokratik ilkelerden uzaklaşıp ekonomik ve siyasi güç dengelerine dayanması, yalnızca bir parti için değil, ülkenin tamamı için bir tehdit oluşturur.

Burada asıl soru şu: CHP, gerçekten bu iddiaların üzerine gitmeye cesaret edebilecek mi? Yoksa parti içindeki yeni dengeler, bu meseleyi zamana yayarak unutturma, “normalleştirme, yumuşatma” eğiliminde mi olacak?

Şaibe iddiası tamamen gerçek dışıysa, bu iddiaların net bir şekilde çürütülmesi ve şeffaf bir sürecin işletilmesi gerekiyor. Eğer içinde bir gerçeklik payı varsa, bu durumda yalnızca CHP değil, Türkiye’deki muhalefetin tamamı ciddi bir krizle karşı karşıya demektir. Çünkü bir muhalefet partisi, iktidara karşı etik ve şeffaflık vurgusuyla ayakta durur. Bu alan zedelenirse, siyasi alternatif olma iddiası da çöker.

Özgür Özel’in, "Erdoğan'ın bir siyasi partinin içini karıştırmaya yönelik söylediği sözlere yanıt vermeye kalksak…" şeklindeki kaçamak tepkisi ise belki de bu tartışmayı sonlandırmak, üzerini örtmek isteğinin bir yansıması olarak okunabilir ve bu okuma, bazı tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Özel son grup toplantısında “1 yıldır dosya açık. Tayyip Bey bir yıldır 3-4 kez bunu söylüyor. Septik bir yalan, girmiş bir septik alanın içine beni oraya çağırıyor. Beni de pisletecek kendi sözüyle, kötü sözüyle. Girer miyim o çukura?” diyerek yine aynı tavrını sürdürüyor gibi görünüyor. Ancak siyasi liderlerin, eleştirilere karşı, haklı gerekçelerle bile olsa, cevap vermeme tercihi, zaman zaman kamuoyu nezdinde bir şeffaflık eksikliği veya sorumluluktan kaçma........

© Muhalif