Heykelin Sessiz Tanıklığı: Geçmişin Duvarlarından Günümüz Atölyelerine
Sanat tarihi, yalnızca tuvallere ya da kitaplara sıkışmış bir anlatı değildir. Bazen bir apartmanın cephesinde, bazen bir kamu binasının avlusunda, bazen bir caminin mermerinde yankılanır geçmişin estetik hafızası. Türkiye’de heykel ve seramik sanatı, özellikle mimarlıkla iç içe geçmiş dönemlerde gündelik yaşamın bir parçasıydı. Ancak ne yazık ki bu kültürel dokunun birçok parçası, zamanın tozunda unutulmaya yüz tuttu. Bu yazı, geçmişten bugüne taşınan sessiz ama güçlü sanat formu olan heykelin izini sürüyor ve çağdaş üretimin içinden gelen bir sanatçının, Elif Saltık’ın gözünden bu yolculuğa yeniden bakıyor.
Kamusal Alanlarda Heykel: Kayıp Olan Estetik Bellek
Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında, sanat mimarinin ayrılmaz bir parçasıydı. Mimar Vedat Tek gibi isimler, yapıları yalnızca işlevsel değil, aynı zamanda estetik bütünlüğe sahip alanlar olarak kurgularlardı. I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın öncülerinden olan Vedat Tek’in tasarımlarında, cephe süslemeleri, rölyefler, seramik panolar gibi plastik sanat unsurlarına sıklıkla rastlanır. Sanat, binanın bir süsü değil, anlamıydı.
Taksim’deki eski Postane binası, Haydarpaşa Garı’nın iç mekânları, Kadıköy’deki Halide Edip Adıvar apartmanı gibi yapılar, dönemin mimari anlayışının sadece mühendislik değil, estetikle de beslendiğini gösterir. Bu yapılar; mozaik, kabartma, çini ve taş işçiliğinin iç içe geçtiği, birer açık hava sanat galerisi gibidir.
Heykel sanatı da kamusal alanda kendine güçlü yerler bulmuştu. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaptığı mozaik panolar ve rölyefler, yalnızca şiirleriyle değil, duvarlardaki izleriyle de bu toprakların kültürüne işlenmiştir. Örneğin, 1961 yılında İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın dış cephesine yaptığı seramik pano hâlâ çağdaşlıkta zamanın ötesinde bir duruşa sahiptir. Heykel ve seramik sanatçıları, şehri yalnızca yaşanacak değil, algılanacak bir alan olarak kurgularlardı.
Tankut Öktem’in devasa Atatürk heykelleri, Kuzgun Acar’ın metal işleri, Hakkı Atamulu’nun kamusal alan yerleştirmeleri… Hepsi bir dönem kamunun kültürel belleğini şekillendiren, iz bırakmayı başarmış heykeltıraşlardı.
Evlerimizdeki Heykel: Bir Zamanlar Vardı
Bir dönem heykel ve seramik işleri sadece müzelerde ya da zengin koleksiyonlarda değil, sıradan insanların evlerinde de bulunurdu. Özellikle 1960-70’lerde Türkiye’de birçok orta sınıf evi, küçük büstler, seramik figürler, duvara asılan rölyeflerle süslenirdi. Apartman girişlerinde, merdiven sahanlıklarında ya da bahçelerde minyatür heykel formlarına rastlamak olağandı. Sanat, gündelik hayatın bir öğesiydi. Çünkü toplum henüz sanatı “lüks” değil, “doğal bir ihtiyaç” olarak görüyordu.
Oysa bugün heykel, yeniden “ulaşılamaz” ve........
© Muhalif
