menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Su kaynıyor!

15 1
29.06.2025

Uluslararası sistemde yaşanan çatışmalar güncelliğini korumaya devam ederken, Türkiye’nin iç çatışmaları bir daha hiç sönümlenmeyecekmiş gibi tırmanmaya devam ediyor. Gündelik yaşamlarımız içerisinde akla izaha sığmayacak davalar, tutuklamalar, söylemlerle karşılaşıyor ve bunları oldukça bulantılı hislerle sindirerek devam etmeye çalışıyoruz. Anlayacağınız birileri için su ısınıyor, birileri için de su soğuyor ancak toplum kaynamaya devam ediyor ve bu kaynama halinin ne zaman soğumaya başlayacağını — en azından ben — öngöremiyorum.

22 Haziran tarihinde Fatih Altaylı’nın kendi Youtube kanalındaki programı esnasında gerçekleştirmiş olduğu söylev, bağlamından koparılarak çarpıtıldı ve bizzat Cumhurbaşkanı Başdanışmanı tarafından hedef gösterilmesinin ardından başlatılan soruşturma sonucunda tutuklandı.

Ben hukukçu değilim ancak tarih öğrencisiyim. Sanıyorum bu tutuklama kararından sonra kendi tarihimizi yeniden elden geçirmek durumunda kalacağız. Zira artık Şeyh Bedrettin’den, Celali İsyanlarından, Kara Davud Paşa’dan, Patrona Halil’den, Kabakçı Mustafa’dan, Birinci Meşrutiyet’ten, Jön Türkler’den ve 1908 İhtilali’nden bahsedemeyeceğiz. Ek olarak iktidardan gelen bir diğer yüce buyruğa göre Millî Mücadele, bizim bugüne kadar sandığımızın aksine, sokakta halkın işgallere karşı örgütlenmesiyle değil; sarayda anayasayı bypass ederek iktidarını işgalci kuvvetlerin boyunduruğunda sürdürmeye razı olan padişahın “gizli devlet aklıyla” başlatılmış. Galiba suyumuzun ısınmaması için, bu fikre göre yeni bir tarihi gerçeklik uydurmak gerekecek.

Ayrıca bana kalmadı ama bu konu hakkında son bir şey söylemek istiyorum. Değilim ama mevcut Cumhurbaşkanının taraftarı olsaydım, kendisine yapılan “sultan” yakıştırmasını hararetle eleştirirdim. Cumhuriyetle yönetildiği söylenen ve “laik bir hukuk” devleti olduğu iddiasına sahip bir organizmanın en üst düzey memuruna “sultan” diyerek hitap etmenin, siyasal iktidar tarafından “hakaret” olarak algılanması gerekirdi. Bu tabirin sahibi olan “devlet adamı” ne kadar farkında bilmiyorum ama mevcut “Cumhuriyet” rejimi içerisinde kullanılan bu sıfat, mevcut cumhurbaşkanının meşruluğunu bizzat tartışmaya açıyor. Ama tabi bugüne kadar Modern Türkiye Tarihi çalışanlar ne bilsin, suları ısınmadan bütün külliyatı ateşe atsınlar; zat-ı şahaneleri gelir onların yerine yazacak yeni bir şeyler bulur (!)

2017 referandumunun ardından geçtiğimiz yeni siyasal sistem yeni bir elit sınıfı yarattı. Birçoğu bürokrasi kökenli, bugüne kadar siyasetle pek alakası olmamış, olduysa da göz önüne çıkamamış, genellikle 35-50 yaş aralığında bulunan bir grup yeni “elit”; devletin hayati pozisyonlarında yeni bir hegemonya kurmuş durumda. Bahsettiğim bu “elit”, iç içe geçmiş devlet-parti ikilemini delerek nüfuzunu liyakatinden ziyade mevcut cumhurbaşkanının meşruluğundan alıyor ve saraya bağımlı olarak hareket ediyor.

Daha önceki yazılarda da sözünü ettiğim bu elit grubunun varlığı mevcut cumhurbaşkanın iktidardaki görev süresiyle sınırlı. Seçilmiş değiller ve halkta hiçbir karşılıkları yok. Birçoğu da geçmişte vermiş oldukları tartışmalı kararlar veya gerçekleştirdikleri spekülatif açıklamalarla kamuoyu tarafından biliniyor ve tanınıyor.

Buna benzer elit gruplaşmaları yakın tarihimizde ilk kez görülmüyor elbette, muhtemelen de sonuncusu da olmayacak. Hayatta kalma güdüsüyle herhangi bir ilkesel değere tutunmayan bu kümelenme, mevcut sistem içerisinde kısa vadede alabileceği maksimum kâra odaklanarak kararlarını alıyor ve işletiyor. Bu sebeple partili siyasilere oranla daha agresif açıklamalarda bulunuyor ve herhangi bir devlet adamı şuuruna sahip olmadan, saraydan gelen talimatlarla hareket ediyor.

İran-İsrail çatışması içerisinde iktidar cephesinden yeni bir kavram ortaya atıldı, “iç cephe”. Türkiye gibi farklı kimliklerin ve ideolojilerin sürekli çatıştığı bir ülkede, olağanüstü bir........

© Muhalif