menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KUR’AN’I ANLAMADA BİR SORUN:  RASYONALİZASYON

10 0
02.08.2025

Akıl, “düşünme, anlama ve kavrama gücü”[1]; rasyonalite, “ussallık, aklîlik”; rasyonalizasyon ise “ussallaştrma, akla dayattırma”,[2] bahane bulma, mantığa göre açıklama, mantıklı kılma[3] demektir; vicdan, kalp, irade vs. gibi Allah’ın insanda var ettiği seçme ve ilgi kurma yetisi olarak da tanımlanmaktadır. Bu tanımlamalara göre aklın, beş duyu vasıtasıyla beyne ulaşan bilgiler arasında ilişki kurarak anlayan, kavrayan ve bilgi organizasyonu yapan ve düşünce üreten bir yeti olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla akıl beyne ulaşan her bilgiyi; varsa, sistematik düşünce kalıplarına/mantığa göre, yoksa kalıp yargılara veya ön yargılara göre değerlendirmekte; bilgiler arasındaki uyumu veya çelişkileri ortaya koyarak düşünce üretmektedir. Dolayısıyla akıl, kullanıldığında ancak işlevsel olmakta; kullanılmadığında ise atıl kalmaktadır. Bu nedenle Allah Teâlâ, aklını kullanmayanları şiddetle kınamakta;[4] felsefe de akıl ve akılcılıkla ilgili bilgiler vererek epistemolojik, metafiziksel, moral, teolojik, politik ve iktisadi akılcılıktan söz etmektir.[5]

Aklî olmak, bireyin dış dünyasında var olan ve yaşanan gerçeklikler demektir Bunlar da bilimsel verileri; doğal olguları ve hayata geçirilmiş dinî bilgileri, sosyal ve kültürel normları içermektedir. Akla uygun olan denildiğinde de kastedilen bu gerçekliklere uygun olma durumudur.

Aklîleştirme ise bilimsel verilere, doğal olgulara ve hayata geçirilmiş dini bilgilere, sosyal ve kültürel normlara aykırı olan veya aykırı görülen bilgi ve düşünceler ile rivayetler arasında görülen içerik çelişkilerini akla uygun hale getirme işleminin veya yorumunun adıdır.

Bu tanımın temsil ettiği Kur’an yorumu, “bilimsel verilerle Kur’an metnin delaleti arasındaki uyumu araştıran ve açıklamaya çalışan ilmî tefsir” tanımı ile çoğu kez karıştırıldığından, tefsirdeki rasyonellik ile rasyonalizasyon da birbirine karıştırılmaktadır. Oysa tefsirde aklîlik başka, aklîleştirme daha başkadır. İlmî tefsire karşı olumsuz bir tavır takınanların yeterince farkına varamadıkları için karıştırdıkları o hassas çizgi de burasıdır. Yani rasyonalite ile rasyonalizasyonun karıştırılmasıdır.

“Doğru” diye tanımladığımız bilgi, aslında objelerine uygun olan bilgilerdir, fakat bu bilgiler, objelerine uygunluğu açısından bilim anlayışlarına göre değişme potansiyeline de sahiptir.[6] Bu nedenle bilimsel bilgiler, mutlak ve kesin bilgiler değildirler. Pozitif bilim anlayışı ile Einstein’in “rölatif” bilim anlayışı farklı olduğu gibi, Karl Popper’ın “doğruluğu yanlışlanabilen” bilgi anlayışı da farklıdır. Yine pozitivist ve determinist bilim anlayışı ile indeterminist bilim anlayışı da bir değildir. Nitekim tarih felsefesine ilişkin bir anlayış; tarihi, doğrusal bir ilerleme çizgisi olarak tasavvur edip, akıl dışılıktan akıl çağına girildiğini iddia ederken, diğer anlayış bunun tam tersini söyler ve tarihin döngüsel olduğunu iddia eder. Oysa olgusal olarak bakıldığında tarihin, inişli çıkışlı bir çizgi takip ettiği görülür. Bu nedenle her çağın kendine göre akla uygun ve akıl dışı olguları ve anlayışları vardır.

Geometrideki “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir doğrudur” tanımı, bir aksiyomdur ve bir ön kabuldür. Buna bağlı olarak iki doğru kesişince açı, üç doğru kesişince üçgen oluşmaktadır. Üçgenin de iç açıları toplamı 180 derecedir. Ve bu da ispatlanmıştır. Ancak bu ispat, bir varsayıma göre doğrudur. 2300 yıllık bu bilgi, Euclides tarafından elde edilmiş ve yakın zamanlara kadar da mutlak doğru kabul edilen bilgiler arasında sayılmıştır. Oysa bundan yaklaşık iki asır önce bir Rus bilgini Nikolai Ivanovich Lobachevsky (1793-1856) “hiperbolik geometri” yi kurmuş, “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir eğridir” görüşünü ortaya atmış ve bu görüşünü de çağdaş bilgilerle desteklemiştir. Ona göre evrende doğru diye bir şey yoktur. Işık dahi bir eğri şeklinde gitmektedir. Bu nedenle üçgenin iç açıları toplamı da 180........

© Mir'at Haber