TEFSİR VE TE’VİL’DE YANLIŞ ADIMLAR
Kur’ân’ın tartışma, yorum ve felsefe yapma dışı tutulan temel/ana dayanakları, aksiyomları ve postulatları diye ifâde edebileceğimiz muhkem kavramı; Arap dili lûgatlarında lâfız ve anlam yönünden kuşkuya ve tartışmaya yer bırakmayan söz diye tanımlanmaktadır. Müteşâbih âyetler ise, daha çok mecazî olarak ifâde edilen ve doğrudan birçok kelime ile anlatılma yerine istiâre/metafor yoluyla işâret edilen anlamı yansıtan Kur’ân pasajlarıdır. Muhkemler, Kur’ân’ın rölativite/görecelik[1] üstü yönlerini, müteşâbihler ise rölalivite/değişkenlik konusu olan yanlarını çerçeveler. Bu nedenle, yoruma ve değişik nüanslar[2] kazanmaya sürekli açık olan müteşâbihleri gerektiği gibi anlamak, Kur’ân’ın yapı taşları durumundaki muhkemleri bilmek, onlara tartışmasız îman etmek ve hâtta yaşamak ile mümkün olur.
Bu ayırım Kur’ânî bir ayırımdır ve Âl-i İmrân/7. âyetinde şöyle dile getirilmiştir: “Kitap’ı sana indiren O’dur: Onun âyetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap’ın anasıdır. Diğer âyetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sâdece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun te’vilini ise, bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, ‘ona inandık, hepsi Rabbîmizin katındandır’ derler. Gönül ve akıl sâhiplerinden başkası gereğince düşünemez.”[3]
Âyet çok net bir şekilde, muhkemleri bilmeden ve onlara tartışmasız îman etmeden müteşâbihleri yorumlamaya kalkmanın kalbinde eğrilik taşıyanların tavrı olacağını bize söylemektedir. Bu demektir ki; Kur’ân’a ters düşmemek için müteşâbihleri muhkemin ışığında değerlendirmek yolu seçilmelidir. Bunun aksini yapmak yâni bir anlamda, muhkemleri müteşâbihlere uydurmaya çalışmak, insânı çıkmaza sokar ve Kur’ân kavramlarını yozlaştırır. Kavrama kaynaklık eden yukarıdaki âyette muhkemlerin neler olduğu detâylandırılmamıştır. Ancak gerek Kur’ân’ın genel tetkiki, gerekse Hz. Peygamber’in tavır ve beyânları, müfessirlerin muhkem başlığı altına girecek kavram ve konuları yakalamalarına imkân vermiştir. Bunlar helâl, haram, geçmiş ümmetlerin hayâtları ile ilgili beyânlar, temel îman ve amel konuları olarak sıralanabilir.
Kur’ân’ı anlamada muhkem âyetler “tefsir”, müteşâbih âyetler ise “te’vil” edilir. Tefsir Arapça “fesr” kelimesinden türetilmiştir. Fesr, örtülü bir nesnenin örtüsünü açmak, keşfetmek, ortaya çıkarmaktır. Tefsir eden kimseye de “müfessir” denir. “Te’vil” ise rücû anlamındaki “evl” kelimesinden ya da bir diğer görüşe göre “evvel” kelimesinden türetilmiştir. Buna göre “bir şeyi te’vil etmek”, onu Allah’ın ilminde mahfûz olan ilk anlamına rücû ettirmek demektir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken iki tehlike gündeme gelmektedir. Bunlardan biri, müteşâbihleri değerlendirirken, muhkemleri görmezlikten gelmek ve Kur’ân’ı sübjektif beyânlara mahkûm etmektir. İkincisi ise Kur’ân’ın büyük çoğunluğunu oluşturan ve ilâhî kitabın zaman üstünlüğünü sağlayan müteşâbih âyetleri, “bunları Allah’tan başka kimse anlayamaz” diyerek olduğu gibi bırakıp işin içinden çıkmaktır. Bu ikinci yola gidilmesi hâlinde Kur’ân birkaç âyetlik bir dogmalar kitabı olur ve yaklaşık beşte dördü anlam ifâde etmez hâle gelir. Bu, aynı zamanda, Allah’a abes ve boş lâf izâfe etmek gibi tehlikeli bir tavırdır.
İlâhî vahiy olarak Kur’ân, insânoğluna belirli bir zaman çerçevesini esâs alarak hitap etmez. Onun getirdiği anlam boyutları evrensel ve sınırsızdır, tüm zamanları kapsar. Bu nedenle bu sınırsız boyutların hepsine ışık tutacak bir söz mûcizesi ortaya koymak ancak müteşâbih kelâm yoluyla mümkün olmaktadır. Öyle ki, her devir ve o devirdeki muhtelif anlayış kategorilerindeki insânlar kelâmdan nasîblerini alsınlar. İnsânlık, geldiği tekâmül çizgisine ışık tutarak ilâhî işâreti bu yolla yakalayabilecektir. Müteşâbih alan, insânoğlunun gelecek zamanlar boyunca yeni duyular üstü katkılarla Kur’ân’a iştirakini de sağlar. Yâni müteşâbihler insânın yeni tekâmül merhalelerine göre yeni değerlendirmeler yapabileceği alanlardır. Muhkem-müteşâbih ayırımı ortaya iki temel sonuç daha çıkarmaktadır: Kur’ân’ı sürekli yorumlamak için ilim, fikir ve san’at faaliyetini sürdürmek anlamındaki içtihadı çalıştırmak ve adına “Kur’ân” denecek bir tercümeye teşebbüs etmemektir. Anlaşılan odur ki, müteşâbihlerle ilgili söz söyleme, yorum yapma hak ve yetkisi, muhkemlere inanmış olmak ve yeterli ilmi kudrete de sâhip bulunmak şartlarına bağlanmıştır.
Dolayısıyla fikir hürriyetinin anarşi derecesine ulaşması halinde bilimin hakemliği söz konusudur. Bu konuda görüşüne değer verilecek bilim adamları için âyette kullanılan ifade “râsihûn fî’l-ilm” şeklindedir. Bu, derinlemesine bilgi ve bâsiret sahibi anlamındadır. Ayrıca bu kişilerin âyette anılan ve övülen özelliği samimi........
© Mir'at Haber
visit website