SİZ Mİ DAHA İYİ BİLİRSİNİZ, ALLAH MI?
Bir âyeti tefsir etmek veyâ yorumlamak bu eylemi gerçekleştirenlerin diledikleri gibi kişisel subjektif/indi yaklaşımlarına, nefsi arzu ve duygularına/temennilerine bırakılmamıştır. Yine bir âyeti, o âyetin “kendinden önceki ve sonraki âyetlerle ilişkisine” bakmadan veyâ içinde bulunduğu sûrenin konu ve amacını hesaba katmadan bağımsız bir şekilde ele alarak tefsir etmeye çalışmak insânı isâbetli sonuçlara götürmeyebilir. Bunlara ilâve olarak bir âyetin “iniş nedeni” ve bu âyete Hz. Peygamber’in getirdiği açıklamalar da dikkate alınmak zorundadır. Bütün bunlardan sonra çıkarılacak sonucun Allah’ın ezelî irâdesini yansıtması, son vahiy olan Kur’ân’ın ana ilke ve mesajlarıyla da örtüşmesi gerekmektedir. Ama ne var ki; bütün bu ön koşullara rağmen âyetleri eğip bükenler, lâfızlarını olmasa da mânâlarını içlerinde bulundukları kendi mezhep/meşrep/mizac anlayışı doğrultusunda Allah’ın muradının dışına taşıyanlar, her devir ve dönemde eksik olmamıştır. Üstelik bu kişiler neredeyse Allah ile “merhamet yarışına” girmiş ve O’na “din öğretme”[2] küstahlığına varan tavırlar gösterebilme cesaretine/aymazlığına düşmüşlerdir. Kısaca; dinin faturası hep Allah’a çıkarılmış ama kotarıcısı hep Allah adına hegemonya kuranlar olmuştur!
Şimdi Bakara/62. âyeti de yukarıda sözünü ettiğimiz süpekülatif olumsuzluklardan payını alan âyetlerden biridir. Bu âyetin tefsiri/yorumu üzerinde birçok farklı görüşler ileri sürülmüş ve gördüğümüz kadarıyla da ortak bir noktada birleşme/uzlaşma sağlanamamıştır. Âyetin içeriği şöyledir: “Kuşkusuz, [bu ilâhî kelâma] iman edenler ile Yahudi inancının takipçilerinden, Hristiyanlardan ve Sâbiîlerden[3] Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmış, doğru ve yararlı işler yapmış olanların tümü Rablerinden hak ettikleri mükâfatları alacaklardır; ve onlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir.”[4]
Bu âyeti bağımsız ve sûrenin içeriğinden kopuk olarak yorumlayanlar, âyetteki “kurtuluş” fikrinin “Allah’a iman, Hesap Günü’ne iman, hayatta doğru ve yararlı işler yapmak” gibi sadece üç şarta bağlanmış olmasını başka hiçbir itikadda benzeri olmayan bir görüş zenginliği olarak görmüşlerdir. Başka bir ifâde ile bu düşüncede olanlar bu üç ilkeyi ebedî kurtuluşun “yeterlilik şartı” olarak kabul etmişler, arkasından da mükemmellik “imanı Muhammedî tarz ve tavra ulaştırmakla elde edilir” demişlerdir. Görüldüğü gibi onlar, âyette isimleri sayılan –hatta sayılmayan– ve bugün de varlıklarını sürdüren bu inanç gruplarının/kesimlerinin “kendi şeriatleri içerisinde” Allah’a ve âhiret gününe inanmalarını, salih amel işlemelerini, korku ve hüzne kapılmadan kurtuluşa ermelerinin ve cennete girmelerinin koşulu olarak yeterli limit saymışlardır. Hatta bazıları daha da ileri giderek “Hz. Peygamber’e tabi olmak tevhidin bir şartı değildir ve Kur’ân’ın hiçbir yerinde tevhid böyle bir şarta bağlanmamıştır” demişlerdir.
Bu düşüncenin yanında, âyete indiği tarihsel dönemin koşullarında bakmaya çalışanlar ise bu yaklaşıma katılmamış, burada kurtuluşu vurgulanan dört grubun/inancın Hz. Peygamber öncesi dönemde yaşamış Ehl-i Kitap’ın yani vahye muhatap olmuş kesimlerin içinden bu üç şartı gerçekleştirenler olduğunu söylemişlerdir. Kanaatimizce bu düşünce; medenî bir sûre içerisinde yer alan bu âyetin kendinden önceki âyetlerle olan bağlantısı düşünüldüğünde çok daha isâbetli durmaktadır. Çünkü Bakara/40. âyetten üzerinde durduğumuz âyete gelinceye kadarki bölümde konu İsrailoğulları ve onların kendilerine bunca nimet verilmiş olmasına rağmen Hz. Mûsâ’ya karşı gösterdikleri nankörlükleri, ahlâkî düşüklükleri, tevhidden küfre sapan davranışları ile ilgilidir.[5]
Şüphesiz bu toplumun/Ehl-i Kitap’ın içinde Allah’ın irâdesine ve rızasına uygun olarak yaşayan ve mânevî sorumluluklarının idrâkinde olan ihlâslı insânlar da bulunmaktaydı ki, zaten bunu Kur’ân çok net bir şekilde bize şöyle vermektedir: “[Ama] onların hepsi aynı değil: Geçmiş vahyin izleyicileri arasında, gece boyunca Allah’ın âyetlerini okuyan ve [O’nun huzurunda] secdeye kapanan dosdoğru insânlar da vardır. Onlar, Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanırlar; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarlar ve hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar: işte bunlar dürüst ve erdemli kimselerdendir. Onların yaptığı hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmayacaktır: çünkü Allah, Kendisine karşı sorumluluklarının bilincinde olanları iyi........© Mir'at Haber
visit website