İSRÂİLOĞULLARI’NA HELÂL, YAHUDİLERE HARAM
Kur’ânî bir terim olan “tahrîm”, bir şeyi haram ilân etmek/haramlaştırmak anlamına gelir ve “yasaklanmış şey” demek olan “haram” kökünden türetilmiştir. Tahrîm; bir şeyin, aklın ilk anda fark edebileceği veyâ edemeyeceği gerekçelerle ilâhî vahiy tarafından yasaklanması demektir ve Kur’ân’a göre “tahrîm yetkisi” yalnız Allah’ındır. Haramlığı Allah tarafından ilân edilmeyen her şey mübahtır. Bu Kur’ân’sal yaklaşım, İslâm bilginleri tarafından “eşyada aslolan ibahadır” şeklinde formüllendirilmiştir. Bunun açık anlamı, yasaklığı Allah tarafından açık ve kesin olarak belirtilmemiş bütün alanlarda serbestlik esastır. Tahrîm, Allah’ın tekelinde olduğuna göre, din adına peygamberlerin bile bir şeyi haramlaştırma yetkisi yoktur. Peygamberler ancak örf adına yasaklar koyarlar, yâni onların koyduğu yasaklar tarihseldir, zamanüstü değildir. Zamanüstü yasağı sadece ve sadece Allah koyar. Kur’ân’ın din konusundaki en hayatî mesajı budur. İslâm’ın bu yaklaşımı, onun temel ilkelerinden biri olan şu kabulün bir uzantısı hâlinde karşımıza çıkar: “Dinin kurucusu ve koruyucusu Allah’tır. Peygamber sadece tebliğ edip uygulamayı gösterir.”
Kur’ân’ın bu konuya değinen önemli âyetleri şunlardır: “Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’ın size helâl kıldığı hayatın güzelliklerinden kendinizi yoksun bırakmayın, ama hakkın sınırlarını da aşmayın: Allah, sınırları aşanları asla sevmez. O halde, Allah’ın rızık olarak size bağışladığı meşru güzelliklerden yararlanın ve iman ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.” “Ey Peygamber! Eşlerin[den herhangi biri]ni memnun etmek için, neden Allah’ın sana helâl kıldığı bazı şeyleri [kendine] haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.”
Âyetlerde görülüyor ki; müminlere, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için kendilerini ve başkalarını hayatın helâl olan güzelliklerden mahrum bırakma yoluna girmemeleri çağrısı yapılmaktadır.
Tefsirlerde bu ilk iki âyetin iniş sebebi olarak; Hz. Peygamber zamanında bazı müminlerin dünyadan el etek çekerek zâhidâne bir hayat sürdürme arzusu içine girdikleri, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının icaplarını yerine getirme konularında mahrumiyeti temel hayat felsefesi haline getirmeye yöneldikleri, hatta bazılarının zühd yarışına girdiği, bunun sonucunda gerek kendilerinin gerekse aile fertlerinin zarar görmesi olayları olduğu gösterilmektedir. Hatta bu konuda Hz. Peygamber sahabeden bazı kişileri –başta Osman b. Maz’un olmak üzere- uyarmış ve onlara “nefsinizin de sizde hakları vardır” demiştir. Yine müfessirler bu âyetlerin özellikle, Hristiyan papazlar ve keşişler tarafından uygulanan kendisine eziyet etme tavrına/çileciliğe işâret ettiğini belirtmişlerdir.
Öteden beri insânların kendi irâdeleriyle bazı yasaklar koyup bunları gelenek haline getirdikleri ve çoğu defa Allah’ın isteği imiş gibi takdim ederek onlara dinî bir renk verdikleri bilinmektedir. Örneğin Hristiyanların “Ruhbaniyet” tavrını kendilerine seçmeleri de bunlardan biridir. Ama Kur’ân Hadid/27. âyette ruhbaniyeti Hristiyan din büyüklerinin sonradan kurallaştırdıklarını, Allah’ın ise böyle bir şey emretmediğini söylemekte, fakat rahiplerin bunu yaparken Allah’ın rızası dışında hiçbir niyetleri olmadığını da ilâve ederek onları aklamaktadır. Bu âyetten de anlaşılıyor ki; ruhbaniyet vahyin getirdiği buyruklar/prensipler arasında değildir. Hristiyanlar bu yolu Allah’ın rızasına varmak için kendileri bulmuşlardır. Rahipler ise sonraki zamanlarda, ruhbaniyetin gereklerine........
© Mir'at Haber
visit website