GERÇEKLER KARŞISINDA BÜYÜKLENMEMEK
Kur’ân âyetlerini anlamaya çalışırken dikkat etmemiz gereken önemli bir konu; âyetlerin indiği dönemin konjektürel durumunu yâni âyetin indiği dönemin her türlü sosyolojik, ekonomik ve siyasal ortamını gözlemleyerek bir sonuç çıkarmaya çalışmaktır. Yoksa aradan geçen yaklaşık 1500 sene sonra âyeti bugünkü dünyânın koşullarına göre yorumlamaya kalkmak bizi her zaman sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz. Elbette bu yaklaşım konuyu “tarihselcilik” çizgisine taşıyıp âyeti o günün koşullarına sıkıştırmak anlamında anlaşılmamalıdır. Şüphesiz bir/her âyetin iniş sebebinin dışında her zaman ve mekâna hitap eden evrensel ilkeleri vardır. Bu da zaten Kur’ân’ın insânı aciz bırakan en mükemmel yönüdür.
Şimdi Yahudiler ve Hristiyanlar ile ilgili vereceğimiz Mâide/82. âyeti de bu tür değerlendirilmesi gereken âyetlerden biridir:
“İnsânlar içinde müminlere en şiddetli düşmanlık besleyenlerin Yahudiler ve Allah’a şirk koşanların olduğunu görürsün. Yine insânlar içinde müminlere sevgi, şefkat, alâka bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz Hristiyanız”. Diyenler olduğunu görürsün. Çünkü onların içinde ilim ve ibâdetle meşgul dürüst din âlimleriyle, kendilerini Allah’a adamış rahipler vardır. Onlar, gerçekler karşısında büyüklenmezler.”[1]
Kaynaklar bu âyetin Habeş Necâşîsi Ashame ve çevresindeki insaf sahibi Hristiyanlar hakkında indiğini rivâyet eder. Bu rivâyetlere göre, hükümdar Mekke müşriklerinin zulüm ve baskısı karşısında Habeşistan’a göç etmek zorunda kalan Müslümanları dinlemek üzere ileri gelen din bilginlerini ve rahipleri de çağırmıştı. Necâşî “Sizin kitabınızda Hz. Meryem’den söz ediliyor mu?” diye sorunca Müslümanlar “Meryem” adıyla bir sûre bulunduğunu belirtip Kur’ân’dan bazı bölümleri okudular. Okunanlar oradaki samimi inanç sahibi Hristiyanları duygulandırdı ve onları ağlattı. Bunun yanında tefsirlerde, hükümdarın Hz. Peygamber’e gönderdiği bir heyetin ve Hz. Peygamber zamanında Medine’ye gelen başka Hristiyan grupların Kur’ân’ı dinlerken dinî bir coşku ile ağladıklarına dair rivayetler de vardır.[2]
Görüldüğü gibi âyette, Hz. Peygamber’in temas halinde olduğu inanç çevreleri, kendisine iman edenlere karşı tutumları bakımından iki gruba ayrılmakta. Bunlardan Yahudilerin ve müşriklerin Müslümanlara olumsuz baktıkları, en olumlu bakışın ise Hristiyanlara ait olduğu belirtilmektedir. Şüphesiz bu tespit, belirli inanç kesimlerini kesin bir tasnife tâbi tutup buna göre dost veya düşman ilân etme amacı taşımamaktadır. Ama ayetteki bu tespit o dönemdeki tarihsel olguya/yapıya tamamen uygun bir gerçekliktir. Çünkü Medine’deki Yahudiler Müslümanları bir kaşık suda boğabilmek için türlü entrikalara başvurmuşlardır. Mekke’deki müşrikleri kışkırtma ve onlarla iş birliği imkânları araştırma dâhil bu uğurda her yolu denemişlerdir. Mekke müşrikleri Müslümanlara açıkça savaş ilân edip husumetlerini en şiddetli biçimde ortaya koydukları ve inanç bakımından da Müslümanlara Yahudilere nispetle daha uzak oldukları halde; muhtemelen Yahudiler hem kendi imkânlarını kullanmaları hem de başka düşman potansiyellerini harekete geçirmeye çalışmaları yüzünden âyette müşriklerden de önce anılmışlardır.
Bu arada, Yahudilerin kendilerini uyarmak ve aydınlığa çıkarmak üzere gönderilen peygamberleri öldürmekten çekinmemeleri ve bu özelliklerine Kur’an’da yer yer gönderme yapıldığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Öte yandan, Habeşistan necâşîsinin kendi ülkesine göç etmek zorunda kalan Müslümanlara yaptığı iyi muamele, Hz. Peygamber’in farklı ülkelerin hükümdarlarına yolladığı elçilere ve İslâm’a çağrı mektuplarına gösterilen olumlu tepkilerin Hristiyanlardan gelmiş olması da âyetteki tasvirle tamamen örtüşmektedir.
O dönemdeki bu tavrın, Hristiyanların Müslümanların uzağında, Yahudilerin ve müşriklerin ise yakınında hâtta onlarla iç içe olmalarına bağlanması gerektiği, düşmanlık ve sevginin o gün de bugün de din veya........
© Mir'at Haber
visit website