BÖLÜNÜP PARÇALANMA
Peygamberlerin en büyük mucizeleri, aralarında “tefrika” yâni “bölünüp parçalanma” olmamaları ve aynı davayı/tevhidi, aynı çerçevede savunmalarıdır. Bu gerçeklik Bakara/136. âyette şöyle anlatılır: “Deyin ki: Biz Allah’a inanırız; ve bize indirilene; ve İbrahim’e, İsmail’e, İshâk’a, Yakub’a ve onların soyundan gelenlere indirilene; ve Musa’ya, İsa’ya ve Rableri tarafından [diğer] tüm peygamberlere tevdî edilmiş olana [inanırız]; onların arasında hiçbir ayrım yapmayız. Ve biz O’na teslim olanlarız.”[1]Âyetin son kısmına dikkat edilirse peygamberlerin getirdiği bütün bu değişmeyen tek hakîkate inananlar “müslîm” olarak ifâde edilmiştir. Görülüyor ki; bu tevhidî bütünlüğe rağmen peygamberlere karşı çıkan veyâ sırt çeviren odaklar hep tefrika/bölünme üreticisi olmuşlardır. Bu bölünme, bir olan Allah’ın bir olan yolunu bölüp, birçok “yollar” ortaya çıkarmış ve insânı şaşırtıp perişan etmiştir. Allah bu konuda insânları şöyle uyarmaktadır: “Ve [bilin ki] bu, dosdoğru Bana yönelen bir yoldur: Öyleyse bunu izleyin ve diğer yollardan gitmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırmasınlar. Allah [bütün] bunları size emretti ki O’na karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.”[2]
Bu âyetler bir yandan geçmiş ümmetlerin bölünme/parçalanma/sürçme/batma nedenlerine ışık tutarken, diğer yandan da son peygamberin bağlılarının bu “tefrika” illetine yakalanmaması için birer uyarı niteliğindedir. Kur’ân bu noktada son vahyin temsilcilerine şöyle seslenir: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O’nun lütfu ile kardeş oldunuz; ve ateşli bir uçurumun kenarında [iken] sizi ondan [nasıl] korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız.”[3]
Aslında tartışma, parçalanma, bölünme, kamplara ayrılma insânın değişmez kaderidir ve bu, insân tekâmülünün de zorunlu şartıdır. Ancak bunun bir felâket hâlinde insânlığı kemirmemesi için bu farklılıkları tevhid potasında eritebilmek ve tüm insânlık için bir hayırda yarışa dönüştürmek lâzımdır. Çünkü insânlığın biyolojik orijininde “bir erkek ve bir kadından yaratılmış olmak” eşitliliği vardır ve sonradan kavimler ve kabileler hâline getirilişimizin tek nedeni de “birbirimizi tanıma” gerçeğine dayanmaktadır.[4]Yani, hepiniz birbirimiz üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan “tek bir insanlık ailesine” mensup olduğumuzu bilmeliyiz. Başka bir deyişle, insanların “kavimler ve kabileler”e dönüşmesi, görünürdeki farklılıklarının ardındaki temel insanî birliği/birlikteliği anlama ve takdir etme eğilimini azaltmayı değil, tersine bu eğilimi arttırmayı amaçlamaktadır.
Bu konuda bir başka âyette Mâide/48. âyettir: “…Biz, her biriniz için [farklı] bir sistem ve [farklı] bir hayat tarzı belirledik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek topluluk yapardı: ama indirdikleri aracılığıyla sizi sınamak için [başka türlü diledi]. O halde hayırlı işlerde yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır; o zaman Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size gösterecektir.”[5]
Âyette geçen Şir‘a yahut şerî‘a terimi, lafzî olarak, insanların ve hayvanların yaşamaları için zorunlu olan su ihtiyacını karşıladıkları “su kaynağına giden yol”u gösterir ve Kur’ân’da bir topluluğun sosyal ve mânevî refahı........
© Mir'at Haber
visit website