menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dînî Tebliğde Üslup, Edep ve Sorumluluk: “Din Benden Sorulur” Anlayışına Bir Tenkit

15 0
30.10.2025

Dînî Tebliğde Üslup, Edep ve Sorumluluk: “Din Benden Sorulur” Anlayışına Bir Tenkit

Son dönemlerde özellikle sosyal medya ortamlarında yaygınlık kazanan “dini tekelcilik” ve “reddiyecilik” anlayışı, Kur’an ve Sünnet ışığında ilmî ve ahlâkî yönleriyle ele alınması gereken önemli bir mesele hâline gelmiştir. “Din benden sorulur” edasıyla hüküm veren, farklı görüşteki Müslümanları dışlayıcı ve tahkir edici bir üslup, İslâm’ın tebliğ, davet ve kardeşlik ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davet ve nasihat metodundan hareketle, ilmî uyarı ile nefsî saldırı arasındaki sınırların ayırt edilmesi, günümüz din dilinin en önemli ihtiyaçlarından biridir. Zira çağımızda, özellikle sosyal medya mecralarında din adına yürütülen tartışmalar, çoğu zaman ilim ölçüsünden ziyade öfke ve benlik duygusuyla sürdürülmektedir. Bu durum, hem dinin temsil ahlâkına hem de müminler arasındaki kardeşlik hukukuna zarar vermektedir.

“Din benden sorulur” anlayışıyla hüküm vermek, farklı görüşteki Müslümanları dışlayıcı ve kırıcı bir üslup benimsemek; İslâm’ın merhamet, hikmet ve adalet merkezli tebliğ anlayışını gölgede bırakmaktadır. Oysa İslâm dini, tebliğ ve ıslah görevini nezaket, hikmet ve merhamet temelleri üzerine bina etmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de Yüce Allah,

“Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (en-Nahl, 16/125)
buyurarak, hakikatin kabalıkla değil, hikmet ve zarafetle aktarılmasını emretmiştir.

Ne var ki günümüzde bazı kimseler, dinî meseleleri kendi yorumlarıyla sınırlandırarak, Müslüman kardeşlerini kolayca dışlamakta; eleştiriyi, ıslahın değil, öfkenin ve nefsin aracı hâline getirmektedir. Bu tutum, ilmî bir tavırdan ziyade nefsî bir yaklaşımın tezahürü olup, İslâm’ın davet metoduyla bağdaşmamaktadır.

Reddiyeciliğin İslâmî Çerçevesi

İslâm ilim geleneğinin teşekkül döneminde “reddiye” kavramı, bid‘at ve sapkın fikirleri ilmî delillerle çürütmeyi ifade ederdi. Reddiyeler, ilim, insaf ve edep sınırları içinde kaleme alınır; muhatabı küçük düşürmek değil, hakikati açıklamak amacı taşırdı.

Oysa günümüzde bu kavramın içi boşaltılmış; reddiye, yerini alay, hakaret, ifşa ve teşhir diline bırakmıştır. Bu durum, Kur’an’ın “Onlarla en güzel biçimde mücadele et” (en-Nahl, 16/125) emrine açıkça aykırıdır. Dini savunmak gayesiyle yapılan nezaketsiz söylemler, dini savunmak yerine dine zarar vermektedir.

Eleştirinin Gayesi: Islah mı, Tahkir mi?

Kur’an-ı Kerîm, hatalı bir davranışın düzeltilmesini emrederken dahi adalet ve ölçü ister:

“Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” (el-Mâide, 5/8)

Bu ilkeye göre, eleştirinin amacı muhatabı kırmak değil, ıslah etmek olmalıdır. Eğer gayemiz hakikati savunmaksa, üslubumuz da o hakikatin vakarına uygun olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), en büyük yanlışları bile nezaket ve merhamet diliyle düzeltmiştir.

Müminin........

© Mir'at Haber