“BİZİMLE BERABER OLSALARDI”
Kur’an-ı Kerim, görev ve sorumluluk yükler, insan ve toplumsal hayatla ilgili hükümler vaz’ederken, gerçekçi davranır. Bazı hüküm veya talepleri salt ideal gibi görünse de, yüce Allah kimseye “gücünün üstünde yük yüklemez” (2/Bakara, 286). Hükümlerin tamamı ideal politiğe götüren reel politiktir yani somut gerçekleri, olay ve olguları göz önünde bulundurmuştur.
Sahih İslam bakış açısından ideal politik veya reel politikten yegane seçenek görmek gerekmez. Her reel politik ideal politiğe hizmet edebilir, bunun için ihlas, feraset ve geniş bilgi düzeyleri gerektirir. İdeal politik ile reel politik arasındaki dengenin nasıl korunup yürütüldüğünü Hz. Peygamber (s.a.)’in sünnetinde ve siretinde bulabiliriz.
Şu var ki, “dinin ana teması dürüstlük” olmasına rağmen insanlar her zaman dürüst davranmazlar. Acizliklerine, korkularına bir takım mazeretler uydururlar. Hele, girişilen bir iş, zayiatla sonuçlanmış bir savaş söz konusu olduğunda, en büyük suçlardan biri savaştan kaçanlar uydurdukları mazeretlerle tutumlarını aklileştirirler. Aşağıdaki ayetler kümesi tam da buna işaret etmektedirler:
“156. Ey imân edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: “Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. 157. Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’tan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır. 158. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de şüphesiz Allah’a (varıp) toplanacaksınız.” (3/Al-i İmran, 156-158.)
Her bir yaşantı, her bir tecrübe bir sonrakinin yol göstericisi, ibret levhasıdır. Bedir (M. 624) ve Uhud (M. 525), tarih sahnesine yeni çıkmakta olan Müslüman cemaatin yaşadığı iki önemli tecrübe oldu. Arap yarımadasından başlayan ve çok kısa zaman içinde üç kıtaya yayılan İslam’ın bu iki büyük tecrübeyle yakından bağlantılı olduğunu söylemek mümkün. Bu yüzden tarihin her döneminde takip edilecek prensipler mecmuası olarak bu iki olaya atıfta bulunmaktadır.
Uhud bozgunu ortaya çıkınca münafıklar, yakınları kendileri gibi savaşa katılmasaydı ölmeyeceklerini söylemeye başlamışlardı. Ayette geçen “inkar edenler (kâfirler)” mutlak olup, münafıkları da içine almaktadır.
Savaş, kişinin kendi yaşadığı yerden ayrılması anlamına gelir. Savaşa çıkan döner veya dönmez. Herhangi........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein