“NE VARLIĞA SEVİNİRİM, NE YOKLUĞA YERİNİRİM!”
Yunus öyle demişti: “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim / Bana Sen’i gerek Seni”! “Sen’i” dediği “Allahın rızası”dır.. Zaten Müslüman olmak, “Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi” olmak değil mi? Yoksa kimsenin gücü ve serveti Allah’ın iktidarına zarar verecek, Onun hükmünü değiştirecek değildir. Ya da Allah (cc) kimsenin gücüne, parasına, yardımına muhtaç değildir. Yani din ya da devlet, ya da ilim ve servet olarak güçlü birileri Allah’ı ikna edecek, O’nun (Haşa) yetmeyen parasına para, yetmeyen gücüne güç, yetmeyen servetine servet, yetmeyen aklına akıl yetirecek değildir.
Karun’lar, Belam’lar, Nemrut’lar, Firavun’lar, Haman’lar hep böyle düşünmüşlerdir. Ve birileri de onların ayak izinden yürüyerek bu günlere gelmişlerdir. Unutmayalım, O kadir-i mutlak / Mutlak iktidar sahibidir. Şeytan da, Şeytanın dostları/yoldaşları da Allah’ın iradesi içindedir. Bizim onlardan tek farkımız bizim Allah’ın iradesi içinde Onun rızasına tabi olmamızdır.
Peki gerçekten böyle düşünüyor, böyle iman ediyor ve böyle mi davranıyoruz? “İman ettik demekle yakamız bırakılıvermeyecek”, bunu unutmayalım. Birileri geldi, ya da birileri gitti diye Allahın hükmü değişmeyecek. Biz kendimizi değiştirmeden Allah’ın bizim hakkımızdaki hükmü değişmeyecek. Zalimleri vekil tayin ederseniz, onların zulmüne ortak olursunuz. İyileri vekil tayin ederseniz onların iyiliğine ortak olursunuz. Ancak unutmayalım ki, biz layık olduğumuz gibi ilan olunacak olmakla birlikte, Allah (cc) bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırılarak, kimi zaman eksiltilerek imtihan edileceğiz. Ayrıca Allah (cc) servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip çevirecek. Peygamberlerin yaşadıkları dönemlerde de bu böyle olmadı mı?
İsrailoğullarının başına gelenleri hatırlayın. Mü’min olarak çıktıkları yolda pek çoğu münkir olarak öldü. Hatta, zaten ilk 40 gün içinde birileri altın buzağıya taptıkları için öldürüldüler.
Servet ve iktidar dönüştürücü bir güce sahiptir. Bu güç önce kendine sahip olanları, ondan nemalananları dönüştürür. Kerbela olayını hatırlayın. O güç kimilerinde “Güç zehirlenmesine sebeb olur, kimin başını döndürür ve sarhoş eder. Din ve devlet büyüklerinin la yüs’el, eleştirilemez, hesap sorulamaz olduğu, yukarıdan gelen talimatların sorgusuz-sualsiz emir kabul edildiği ve itirazsız uygulandığı zamanlar ve mekanlarda siyaset “ateşten gömlek”e dönüşmüş demektir. Oralara ancak bir itfaiye eri olarak girebilirsiniz. Yoksa, o yangının içinde siz de yanarsınız.
Eğer aklınız ve imanınız o güç ve servetten büyük değilse, o güç ve servet zaman içinde aklınızı ve imanınızı yönetir. Yolun sonunda Şeytan sizi beklemektedir.
Hani onlar için siz “Allah belalarını versin” diyorsunuz ya, aslında Allah (cc) de sizin ellerinizle o zalimleri cezalandırmak istiyor. Ama biz bu konuda üzerimize düşeni, bizden isteneni yapmayınca, bu defa Allah onların eli ile bizi cezalandırıyor. Bir yanda da, onlara zaman, imkan ve fırsat tanıyarak onlara karşı gazabının vesilesini artırıyor. “Tekasur suresi”ni okumaz mısınız? Elbette “aklın muktezası” olarak “esbaba tevessül” babında “tedbir ve tedarik konusu”nda hazırlıklı olmamız gerek. Ancak onlara, hele onların çokluğuna güvenmeyeceksiniz. Onlarla övünmeyeceksiniz. Başınızdaki kişilerin cesareti ve ustalığını merkeze almayacaksınız. Talud-Calud kıssasını kitaptan yeniden bir okumamız gerek. Hz. Ömer’in Halid b. Velidi azil gerekçesine bir bakmanız gerek.
Bu arada başınızda peygamber de olsa, hüküm değişmez. Unutmayın, peygamberler........
© Mir'at Haber
