menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Radyodan futbolu sevenler kuşağına dair bir anlatı

15 0
17.09.2025

“Hayal gücüyle yapılan verkaç, bazen golün kendisinden tatlıdır.”

Ses, koku gibi hafızada kalır. Görüntü geçer, ses kalır. Hele ki o ses, hayal gücünü ateşleyen, ritmiyle yüreği hoplatan bir radyo spikerine aitse… 80 kuşağı ve daha eski kuşaktaki bir çocuk için futbol, önce sestir. Görsel değil, işitsel bir heyecandır. Onu bir takımın taraftarı yapan, bir oyuncuyu hayranlıkla anmasına sebep olan şey, çoğu zaman bir pozisyonun estetiği değil, o pozisyonun nasıl anlatıldığıdır. Radyo, o çocuk için hem stadyum hem tribün hem oyun alanıdır. Taksim Stadı’nı hiç görmeden tribünlerini “lebalep dolu” hayal eden, Galatasaray’ın parçalı formasını televizyonla tanışmadan önce spikerin sesinden öğrenen bir kuşaktan bahsediyoruz. Topun “çeyrek daireye yerleştirildiği”, “orta yuvarlağın kendi yarı alanına bakan kısmından” oyuna başlandığı bir dilin içinde, kelimelerden sahneler kuran çocuklardan…

Radyodan takım tutmak, bugün insanlara garip gelir belki ancak bir zamanlar insanlar takımlarına sadece anlatıcının sesiyle sevgi beslerlerdi. Televizyon ekranında yıldızlaşan oyuncuları değil, radyoda ismi daha çok geçen, estetik ve daha başka yönleri hakkında daha çok bilgi aktarılan ve önem atfedilen oyuncular kahraman olurdu. Radyoda duyduğu isimlerin gazetelerdeki yansımaları eşleştirilirlerdi. Cemil’i ya da Fatih’i bu anlatıların sonucunda benimserdi insanlar. Kendi takımını, kendi hayal gücünün renkleriyle boyardın o zamanlar. 80’li bir çocuk için “radyodan takım tutmak”, kulübün değil, spikerin kurduğu hikâyenin peşinden gitmekti.

Beşiktaş’ın “bembeyaz” forması ya da çizgilisi, Trabzon’un fırtına olması, Galatasaray’ın “klasik parçalı”sı, Fenerbahçe’nin “çubuklu”suyla soyut........

© Milli Gazete