İran alerjisinden arınmadan gerçeklerle yüzleşilemez
İsrail’in İran’a Saldırısı ve Kolektif Körlük
Akif Emre’nin yıllar önce dikkat çektiği “İran alerjisi”, bugün sadece politik bir refleksin değil, aynı zamanda zihinsel bir tutsaklığın adı olarak yeniden karşımızda duruyor. İsrail’in 2025 yılında İran’a yönelik art arda gerçekleştirdiği saldırılar, sadece askeri eylemler değil; bir zihniyet mühendisliğinin, medya diline sinmiş bir meşruiyet makinesinin ve en nihayetinde bölgesel aklın felç oluşunun göstergesi haline geldi.
İran’ın tarihsel olarak Batı’yla yaşadığı gerilimler, nükleer programı ve bölgesel aktörlerle olan ilişkileri, eleştiriye açık birçok yön taşıyor. Ancak bugün İran’a yönelik uluslararası tepkilerin ne ölçüde ilkesel, ne ölçüde stratejik olduğunu sorgulamadan kurulan her cümle, aslında saldırının değil, saldırganlığın tarafında duruyor. İran alerjisi, emperyalist saldırganlığı örtmenin bir aracı mıdır? Bugün kural tanımaz, sadece yapmaya gücü yettiği için ya da yapabildiği için kendisinde meşrutiyet görenlerin, hakikat diye önümüze koyduklarına tav mı olacağız?
Savaşın Gerçek Gerekçesi: Gücün Kalıcılığı
İsrail’in İran’a yönelik son saldırılarını meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanlar neredeyse değişmiyor: “İran tehdit oluşturuyor”, “İran, nükleer silah peşinde”, “İran rejimi radikal grupları destekliyor” …
Bu gerekçeler, 2003 yılında ABD’nin Irak’a düzenlediği işgal sırasında da karşımıza çıkmıştı. Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları olduğu iddiasıyla başlatılan saldırının, yıllar sonra tamamen asılsız olduğu ortaya çıktı. Ancak işgal gerçekleşmiş, bir ülke yerle bir edilmişti. İran’a dair söylem de benzer bir işleyişe sahip: Tehdidi büyüt, saldırıyı meşrulaştır, savaşın sorumluluğunu mazluma yükle.
Buradaki temel mesele şu: İran’ın nükleer faaliyetleri bir bahane mi,........
© Milli Gazete
