Dış politika, iç politikanın aynasıdır
“Her dış politika sorunu aynı zamanda bir iç politika sorunudur.” Bu cümle, sadece akademik bir önerme değil; özellikle Türkiye gibi bölgesel fay hatlarının tam ortasında yer alan ülkeler için siyasal gerçekliğin ta kendisidir. Devletin dışarıdaki pozisyonu içerideki söylem ve güç dengelerini belirlerken, iç politik gerilimler de dış politika kararlarını doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla dış politika ile iç siyaset arasında tek yönlü değil, karşılıklı bir etkileşimden söz etmek gerekir. Türkiye’nin son yirmi yıllık siyasi ve diplomatik seyri bu diyalektiği bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor.
Dış politikadan ideolojik hesaplaşmalara
AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte Türk dış politikasında bir paradigma değişimi yaşandığı iddia edildi. 2000’li yılların başında “komşularla sıfır sorun” politikasıyla tanınan yeni yönelim, Arap Baharı sonrasında özellikle Suriye meselesiyle beraber ideolojik bir yönelimle damgalandı. Bu yönelim, birçok kesim tarafından “İslamcı dış politika” olarak etiketlendi.
Ancak bu noktada ciddi bir kavramsal belirsizlik söz konusu. Çünkü AKP, kendisini hiçbir zaman klasik anlamda “İslamcı” bir ideolojiye yaslamadı. Parti, pragmatizm ve muhafazakârlık arasında salınan, seçmen tabanına hitap eden fakat kurumsal düzlemde laik devlet geleneklerinden çok da kopmayan bir çizgi izledi. Buna rağmen dış politikada alınan her karar, içeride İslamcılıkla hesaplaşmak isteyen kesimler için fırsat olarak görüldü.
Örneğin Suriye iç savaşına yönelik politikalarda yapılan tercihler, sahadaki sonuçlarından çok, içerideki ideolojik yansımaları üzerinden tartışıldı. Türkiye’nin Esad rejimi karşısındaki pozisyonu, muhaliflere verilen destek, sınır ötesi operasyonlar… Tüm bu adımlar, stratejik gerekçelerle değil, “ümmetçilik”, “Yeni Osmanlıcılık” veya “İslamcılık” gibi kavramlarla damgalandı. Oysa........
© Milli Gazete
