menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (100)

60 0
03.08.2025

M. Turhan Tan: “Nâmık Kemâl, Mehmed Âkif’i tanısaydı, hakîkatseverlikte onu kendinden çok üstün bulurdu”

Aslen Sivaslı olup bilhâssa târihî romanlarıyle tanınan gazeteci, meb’ûs, muallim, kaymakam, mutasarrıf M. Turhan Tan (M. Samih Fethi; Diyârbekir, 1885 – İstanbul, 25.12.1939, Edirnekapısı Şehîdliği Mez.), makâlesinin başlığında, Mehmed Âkif’in, Milletimizin kalbinde ebediyen yaşıyacağına dâir inancını tebârüz ettiriyor:

“Kaybettiğimiz büyük adam: Ölüm, Âkif’i aramızdan aldı götürdü, fakat… Onun adı târihte olduğu gibi yüreklerde de yaşıyacaktır. Çünki yazdığı marşla adı Türk istiklâline bağlı, yânî ebedî kaldı…”

M. Turhan Tan, Mehmed Âkif’in, kendisiyle, öldükden sonra unutulmak hakkında Gilbert’in bir beyti ve bunun Şinâsî tarafından yapılmış tercümesi, ayrıca Fuzûlî’nin aynı mâhiyetteki beyti mevzûunda sohbetine dâir hâtırasını naklettikden sonra, Mehmed Âkif’i büyük insan, büyük edîb yapan husûsiyetlerini îzâh ediyor:

“Namık Kemal, Tabsire sahibi Akif Paşadan bahsederken: ‘İlmen ve edeben şanına takarrübden aczimizle beraber kitabını öpüp te başımıza koymak vazifemizdir’ diyor. Vatansever edib, şair Mehmed Akifi tanıyaydı, hiç şüphe etmem, ‘her şiirini yüreğimize nakşetmek gerektir’ diyecek ve hakikatseverlikte onu kendinden çok üstün bulacaktı.

“O, Allâh’ın Kemâl-ü-Celâlini, Peygamber’in rikkat ve nezâhatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsıyetlerini, mensûb olduğu cem’iyeti ve insâniyeti terennüm ederdi”

“Bu, söz götürmez bir hakikattir. Çünkü Akif, aşk şairi, ihtiras şairi, süs ve saz şairi değildi. Küllî kudret mefhumunu teşahhus ettiren Allahın kemalü celâlini, ilâhî büyüklüklere ve temizliklere tercüman olan Peygamberin rikkat ve nezahatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsiyetlerini, mensub olduğu cemiyeti ve insaniyeti terennüm ederdi.

“Dindardı. Fakat dinin hüsnü hal, hüsnü ahlâk ve hemdinler arasında tesanüd demek olduğunu herkesten iyi bilirdi, o haysiyetle dine sevgi ve saygı taşırdı. İslâm âleminin hedef olageldiği musibetlere karşı ağlayıcı birer mısra halinde ruhundan dökülen teellümler, telehhüfler, insanî ıstırabların en nezihi ve en beliği sayılabilir.

“Kaleminden çıkan her yazıda maddî ve mânevî benliğinin heyecânı görülür”

“Şarkın ve garbin bütün büyük şairlerini kâmil bir üstad gözile tetkik ve tahlil etmişti. Fuzûlîye adeta âşıktı. Lâkin o, aşk şairini yalnız takdirle iktifa ve kendisini taklidden ibâ ederdi. Yüz güzelliğine kayidsiz miydi? Bu, o ayarda bir şaire yakıştırılamıyacak nakiselerdendir. Fakat Akif, beşerî ve tabiî güzelliklerden aldığı hazzı, heyecanı şiirle ifadeye tenezzül etmezdi. Bunları cemiyetin elemlerini veya emellerini teşrih ederken -süte şeker karıştırır gibi- kullanırdı. Ayni zamanda o, hayal şairi de değildi. Ancak duyduğunu ve gördüğünü yazardı. İhtimal ki bütün duyduklarını ve gördüklerini yazmamış, yahud yazamamıştır. Lâkin kaleminden çıkan her yazıda maddî ve manevî benliğinin heyecanı görülür.

(Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 1)

***

“Âkif’in kelimelere istediği şekilde âhenk verdiği muhakkaktır”

“Rahmetli Süleyman Nazif, artık onun gibi rahmetli diye anılmak mevkiine geçen Akif için: ‘İlhamlarını arşıâlâdan alırdı. Dehası, etekleri güneş olan şahikalara vakit vakit iner ve sonra san’at şahikasından da yüksek ufuklara çıkardı. Namütenahilikte hübut ile uruc, müteradiftir. Akifin miracları da, hübutları da mübarektir’ diyor. [Urûc (> mîrâc), yukarıya çıkış, yükseliş; hübût: aşağıya iniş…]

“Mubalağalı gibi görünen bu........

© Milat