Gelmeyeceğini bilerek beklemek
“Neyin var senin? Mutsuzum. Ne zamandan beri? Unutmuşum. Gelmeyecek… Beklerken kendimizi asalım mı? Neyle? İpinde mi yok. Hayır.”
“O zaman beklerken sessizlik egzersizlerimizi yapalım. Yatışmak, gevşemek için. Yardım edin. Yetiştik. Siz kimsiniz? İnsanız.”
Samuel Beckett’in 1948 yılında kaleme aldığı “Godot'yu Beklerken” adlı absürt tiyatro eserinden bahsediyorum.
2. Dünya Savaşı’nın yol açtığı kitlesel buhranın, belirsizliğin, umutsuzluğun, kaosun ve hiçliğin ardından kaleme alınan muhteşem bir eserdir bu.
Zaman hep aynı zaman, mekân ise sadece bir ağacın altı. Ne oluyorsa orada oluyor.
Gelmeyeceğini bildikleri halde Godot'yu bekleyen iki kafadar. Yırtık pırtık kıyafetleriyle Estragon ve Vladimir yani Gogo ve Didi.
Bir ümit gelmesini diliyorlar ama o hiç gelmiyor. Kim o? Godot. Godot kim? Kim olduğunun ne önemi var. Onlar hep bekliyor.
Bir ara “sadece bizi gördüğünü söyle o bile bize yeter” diyerek tükenme noktasına geliyorlar. Ama o, gelmiyor. Olsun, onlar hep beklemeye devam ediyor. Gelmeyeceğini bildikleri halde.
Herkes sırtında ama küçük ama büyük kendi çarmıhını taşır. Sallana sallana, ince, uzun, kısa, küt” diyor Beckett. Bu mekanik çağda,........
© Milat
