menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yazıyla Yaşamak

18 0
14.05.2025

Yazıyla aramızdaki ilişki zayıfladıkça varlığımız da pörsüyor. Hayat karmaşıklaştıkça okumaya ve yazmaya ayrılan vakit daralıyor, geri çekiliyor. Yazının altın yüzyılları Batı aydınlanmasının zirveye ulaştığı dönemlerdi. 15. yüzyılda başlayan yazma tutkusu, 20. yüzyıla varıncaya değin hep yükseliş kaydetti. Bu süreç aslında sorunları olsa da pek çok bakımdan insanın kendini aştığı, dünyayı farklı pencerelerden gördüğü, iyi hissettiği, bireysel ve toplumsal olarak kuvvetlendiği bir dönemdi. Çünkü neresinden bakılırsa bakılsın toplumun neredeyse bütün kesimleri okuma ve yazma eylemine katılıyor, kitap hayatın merkezinde tutuluyor, okuryazarlık bir gelişmişlik ölçüsü addediliyordu. Yazarın da en az siyasetçi, asker, bilim insanı kadar değer gördüğü bu çağ hiç kuşkusuz insanlığın dönüp dolaşıp kendisinden ilham alacağı bir ayna olarak hep kalacak. O süreçlerde yazarı bir özne, yazıyı bir nesne olarak hayatın merkezine yerleştiren öge insanlardaki merak içgüdüsüydü. Başka iç dünyalara yolculuk, başka gezegenleri keşfetme duygusu, kendini anlama, bilincinin koridorlarında yoruluncaya kadar gezme… Bütün bunlar yazar eliyle, yazı yoluyla gerçekleşiyordu. Edebiyat, sadece hayatı inceltmenin, aşırılıkları törpülemenin, iç sıkıntısını gidermenin değil, aynı zamanda yol yordam öğrenmenin, yaşamın gramerini keşfetmenin, evrenin gizemini çözmenin ve yeni bir insan tipi üretmenin de en önemli aracıydı. Kağıt üzerine dağılmış kelimelerden oluşan o dünya o kadar, öylesine kıymetliydi ki kitap iyilerin sarılarak uyuduğu, kötülerin imha stratejileri uyguladığı bir muhatap idi. Kitaba ulaşmak zor, onu okumak ise kolay geliyordu. Gerçek şu ki artık yazı yazmanın yazılmış olanı okumaktan daha zor geldiği bir çağa girdik ve ne yazı ne de yazar eski kıymetinde değil. Yazıya........

© Milat