Gidenin Hüznü
Ömrümüzün çeyiz sandığına, Ramazan ayına…
Samimi bir hasbihâli noktalamak, özlenen bir dost sesini uğurlamak, güzel bir kitabı bitirecek olmak hüzünlendirir bizi. Dünya yurdunda yabancısı sayıldığımız ancak içimize aşinalığını hissettiğimiz beldelere veda etmek hüzünlendirir; oraya bir daha dönebilecek miyiz, dönsek bile aynı tesirle görebilecek miyiz, kahvesini benzer hazla yudumlayabilecek miyiz? Artık giyilmeyecek duruma gelmiş bir elbiseyi, bir ayakkabıyı elimizden çıkarırken ince bir sızı duyarız. Sanki yolcu ettiğimiz hatıralarımızdır, her biri evin tenha köşelerinde canlanır. Bu durumu bulunduğumuz iklimi ayrılığın şerh etmesiyle anlatırız kendimize çoğunlukla; burada her şey yarım.
En çok gönüllerimizle birlikte hanelerimizin de başköşesinde ağırladığımız Ramazan ayının geçmesi, giderken dünyada bir son olup olmadığını düşündürmesi titretir gönlümüzü. Hani şu, hep aklımızdan geçen “bir daha varabilir miyiz” endişesi… Ramazan ayı çünkü ömrümüzün çeyiz sandığıdır. Onda çocukluk ve ilk gençliğimizdeki canlılıklarını aradığımız ve hâlen yaşatma gayretinde bulunduğumuz aile birliğimiz saklanır. Onda yarıda bırakılmış sahur uykularının güzel niyetlerle yükseltilen ecri, sandıktan çıkardığımız sakız beyazı örtüler, özenle hazırladığımız sofralar, sıcak kucaklaşmalar, birlikte icra edilen dualar saklanır. Bütün bunlara rağmen........
© Milat
