Bilmek Yükünden Bilmemenin İlmine
Bazen doğru yeri bulmak için yanlış yerde durmak gerekir.
Flaubert’in aşk tanımı merak duygusu üzerine şekillenir, ilk okuyuşumdaki o baş döndürücü etki tüm yoğunluğuyla devam ediyor: “Birine karşı ansızın merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek istersiniz. Bu yüzden aşka en uzak cümle senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.”
İnsana adı merak olan önemli bir dürtü bahşedilmiş. Merak kendini geliştirmeye, dönüştürmeye, yenilemeye, kişiler gibi nesneleri de tanıyıp tanımlamaya matuf olduğunda güzel. Bir diğerini hayatının merkezine alıp aşkın ve rahatsız edici bir ısrarla onu irdelemeye vardığında, kendini terk edecek kıvama ulaştığında sakıncalı. Zira bazı meraklar, tahakkümün esareti altında büyüyen direnişlerle hayatı alt üst edecek bir seviyeye erişebiliyor ve önemli kavşakların taşıdığı yol işaretleri üzerinde durup oradan dönmemek de her zaman selametle neticelenmeyebiliyor. Hemen pek çoğumuz merakın cazibesine aldanıp bizi yıkıma sürükleyen o sürecin basamaklarından çıkmışızdır. İçsel sesimiz “oraya girme, kaldıramazsın” dediği hâlde çocuksu bir inada, murat diye tutunmuşuzdur. Bu girişim hamlesi salt merakın, hikmetini ölçmeye, uzun vadedeki hayrını görmeye muktedir olamayacağımız kimi hususlarda güzel olmadığını yeniden hatırlatsa da öyle bir ânın........
© Milat
