Akdeniz’i katedip Ortadoğu’dan Kafkasya’ya uzanan iyi yönetilen bir düşmanlık öyküsü: İsrail ve Türkiye
Filistin meselesi nedeniyle zaten gergin olan Türkiye-İsrail ilişkileri, Suriye’deki gelişmelerle birlikte yeni bir kırılma noktasına geldi. Erdoğan’ın Hamas’a desteği ile Netanyahu’nun Suriye politikası arasındaki çelişki, iki ülkeyi çatışma rotasına sokabilir. Türkiye’nin HTŞ’ye verdiği destek ve İsrail’in Golan’ı genişletmesi, bölgedeki güç dengesini değiştirirken NATO üyesi ile ABD müttefiki arasında silahlı çatışma ihtimali bile konuşuluyor. Ümit Doğan, Ariane Bonzon’ın Le Monde Diplomatique için yazdığı yazıyı çevirdi.
Geçtiğimiz mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hapsedilmesi, üniversitelerde devam eden büyük çaplı protestolara yol açtı. Muhalefet lideri ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında karşıtlığa neden olan birçok görüş ayrılıkları arasında, Ankara’nın Suriye’deki yeni iktidara verdiği destek de yer alıyor. Bu tercih, Türkiye’yi eski müttefiki İsrail ile çarpışma rotasına sokabilir.
« Filistin’de neler olduğunu görüyor ve biliyoruz. Allah Siyonist İsrail’i lanetlesin. » Ramazan ayının son günü 30 Mart 2025 bayram namazı sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafindan X’te yayınlanan bu mesajı, İsrail Dışişleri Bakanı’nın X üzerinden anında tepki vermesine neden oldu. « Diktatör Erdoğan, antisemitik yüzünü gösterdi. O, bölge ve kendi halkı için bir tehlikedir. Umuyoruz ki NATO [Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü] üye ülkeleri bunu anlayacaktır. » Filistin meselesi, uzun süredir Ankara ile Tel Aviv arasındaki gerginliği tırmandırıyor. Bu gerginlikler artık, uzun zamandır müttefik olan ve 8 Aralık 2024’te Beşar el-Esad rejiminin çöküşünden sonra genellikle sahadaki en büyük kazananlar olarak gösterilen iki ülke (Türkiye-İsrail) arasındaki Suriye meselesine de sıçramış durumda.
İç politikada, Suriye sorunu -ve Ankara’nın komşusu üzerinde güçlü bir etki sürdürme arzusu- Erdoğan’ın İslamcı-milliyetçi iktidarı ile muhalifleri arasında görüş ayrılıklarına neden olabilir. Bu durum, mevcut cumhurbaşkanının en önemli rakibi, İstanbul Belediye başkanı ve CHP’nin önemli figürü olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını kısmen açıklayabilir. Bununla birlikte, ana muhalefet gücü, İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımıyla da Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP) ayrılıyor. Bu konuda AKP, hem güç kazanan rakibinin ölçülü tutumuyla, hem siyasi İslam’ın en radikal kanadının baskısını, hem de kendi tereddütlerini dengelemeye/baş etmeye çalışıyor.
“Askeriye Türk siyasetini domine ettiği sürece [yaklaşık 2007 yılına kadar], Ankara Tel Aviv’in müttefiki olarak kaldı” diye açıklıyor askeri uzman Gareth Jenkins. Türkiye, 1949 yılında — o dönemde önemli bir Yahudi topluluğuna ev sahipliği yapıyordu —yeni kurulan İsrail devletini tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. Hatta bu adımı atan ilk Müslüman çoğunluklu ülke oldu. Soğuk Savaş boyunca Batı blokunun ileri karakolu konumundaki Türkiye, 1952’de NATO’ya katılarak Ortadoğu’daki Arap ve Sovyet etkilerini dengelemeyi hedefliyordu. Yoann Morvan, Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) araştırma görevlisi, “1950‘lerde ve 1970’lerde İsrail, Arap ülkelerini dışlayan bir politika izledi ve Türkiye’yi, Kürtleri ve İran’ı tercih etti” diye açıklıyor.
1990’lar, iki ülkenin askeri yetkilileri arasında bir tür balayı dönemi oldu. Kürdistan İşçi Partisi (PKK, bağımsızlıkçı ve Marksist) ile siyasi İslam’ın yükselişiyle karşı karşıya kalan Ankara, Avrupa ve ABD’nin silah ambargosu altında Tel Aviv’in askeri yardımına ihtiyaç duyuyordu.Öte yandan, Türk generallerin İsrail ordusuna duyduğu hayranlık da cabası. Jenkins, Türk Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri General Doğan Beyazıt’ın « İsrail ordusunun halkla yakınlığı » ve « toplumdaki itici rolünden » duyduğu hayranlığı vurguluyordu. 1996 yılında iktidara gelir gelmez, İslamcı Başbakan Necmettin Erbakan, üst düzey generaller tarafından İsrail ile askeri işbirliği anlaşması ve serbest ticaret anlaşması imzalamaya zorlandı. Bu ikili yakınlaşma, Washington’un da rahatsızlık duymadığı bir gelişmedir.
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte ilişkiler bozulmaya başladı. Hamas, AKP’nin bir kanadının kendini özdeşleştirdiği siyasi kolu olan Müslüman Kardeşler’in Filistin temsilcisi olarak görülüyordu. 2004 yılında İsrail, İslam Direniş Hareketi’nin kurucuları Abdelaziz Al-Rantissi ve Ahmed Yassine’yi öldürdü. İki yıl sonra, Gazze’deki parlamento seçimlerinde İslamcı militanların zaferi, Ankara’da Erdoğan’ın kişisel başarısı olarak algılandı. O dönemde başbakan olmasının yanı sıra ülkenin güçlü adamı olan Erdoğan, Hamas’a bu seçim stratejisini tavsiye etmişti. Ne ABD ne de Avrupa Birliği seçim sonuçlarını tanıdı, böylelikle Türkiye bölgedeki demokrasinin savunucusu olarak öne çıktı.
Aralık 2008’de İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Ankara’da Türk mevkidaşıyla bir araya geldi. İsrail, Hamas’ın İsrail topraklarına yönelik roket saldırılarına yanıt olarak Gazze’ye karşı kara ve hava harekatı olan « Dökme Kurşun Harekâtı» operasyonunu başlatmak üzereydi.Operasyonun sonucunda Filistin tarafında 1.400, İsrail tarafında ise 13 kişi hayatını kaybetti. « Aşağılanmıştık. Olmert gelmeyebilirdi ya da en azından bize neyin hazırlandığını söyleyebilirdi » diye belirtmisti Türk bir diplomat. Ertesi ay, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Recep Tayyip Erdoğan askeri operasyonu kınayarak Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i « çocuk katili » olarak tanımladı. Moderatör tarafından sözünün kesilmesine öfkelenen Erdoğan, konuşmasını bitirmek için « bir dakika- one minute » talep etti, ardından ayağa kalkarak tüm dünyanın kameraları önünde sahneyi terk etti. Bu olay, onun Maşrik ve Mağrip’teki popülaritesini artıracaktı.
Aslında, Erdoğan’dan daha çok, Ahmet Davutoğlu – « stratejik derinlik » doktrininin mimarı, daha sonra danışman, dışişleri bakanı ve ardından başbakan olmustur (1) – Türkiye’nin dış politikasını yeniden yönlendiren isimdir. Ona göre, bölgede önemli bir rol oynamak için İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı bir politika izlemek gerekir.
Üç yıl sonra Mavi Marmara « olayı » yaşandı. Davutoğlu’nun girişimiyle – Erdoğan bu projeye pek sıcak bakmıyordu -, İnsani Yardım Vakfı (IHH) tarafından kiralanan bu Türk gemisi, İsrail ve Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukayı delmeye çalıştı. İsrail komandolarının gemiye müdahalesi dokuz kişinin hayatına mal oldu. Türk cumhurbaşkanı İsrail’i « devlet terörizmi » ile suçladı ve « uluslararası topluma » çağrıda bulundu.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Meclis’teki konuşması, İngilizce ve istisnai bir şekilde Arapça’ya eşzamanlı olarak çevrildi (2) . Bir ay boyunca binlerce gösterici İstanbul’daki İsrail konsolosluğu önünde toplanarak Tel Aviv’in politikasını protesto etti. Bu olay, « Türk ordusunun siyasi etkisinin hızla azaldığı, askeri işbirliğinin neredeyse durduğu bir dönemde » meydana geldi, diye ekliyor Jenkins.
Yine de, bir Batılı ekonomi ataşesi, « o dönemde İsrail’in İstanbul Savunma Fuarı’nda en büyük stantta yer aldığını » hatırlıyor. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler de yavaşlamadı. Yoann Morvan, bu durumu « 2008’deki Davos’a rağmen, reel politik ön plana çıktı » diye özetliyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin ekonomik başarısı — ülke gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) açısından dünya sıralamasında 17. sıraya yükseldi ve aynı yılın sonunda %6’lık bir büyüme oranı kaydetti (3) — ve İslam ile demokrasiyi bir arada yaşatma becerisi gibi etkenler, Arap dünyasındaki prestijine katkıda bulundu. 2011’de « Arap Baharı » patlak verdiğinde, Ankara bu süreci bir fırsat olarak görerek Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi hedefledi. Bu vizyon, Mısır’da iktidara gelen ve kısa süre içinde Suriye’de de benzer bir yükseliş göstermesi beklenen Müslüman Kardeşler ile kurulacak bir ittifaka dayanıyordu. 2005’ten itibaren Beşar Esad yönetimiyle yakın ilişkiler geliştiren Türkiye, kısa süre sonra bu rejimin en sert muhaliflerinden biri haline geldi.
Aynı yılın Ekim ayında Türkiye, İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması karşılığında tahliye edilen Hamas’ın üst düzey yöneticilerinden bazılarını ülkesinde ağırlamayı teklif etti. « Ankara, Hamas’ın faaliyetlerine göz yumdu: kara para aklama, İran’dan (ambargo altındaki) gelen ürünlerin Türkiye üzerinden Gazze’ye sokulması.Türk hükümeti Hamas yöneticilerine pasaport verdi, ardından da vatandaşlık » diye hatırlatıyor Tel Aviv’deki Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nden araştırmacı Gallia Lindenstrauss. Eski İsrail diplomatı Alon Liel ekliyor:
« Türkiye, Hamas’ın kendi topraklarında karargâh kurmasına ve tüm enerjisini Batı Şeria’daki Filistin mücadelesine........© Medyascope
